Ali Özgentürk Kemal Sunal'ın Son Anlarını Anlattı

İstanbul'da 'Deli Dumrul' gişesi kurdular!Akıl alır gibi değil: İstanbul'un göbeğinde 'Deli Dumrul' gişesi!

PAYLAŞ
Malatya Birlik Gazetesi - MALATYA BİRLİK GAZETESİ

Dünyada ödüllere boğulmuş “At”... “Hazal”, “Bekçi”, “Çıplak”, “Balalayka”... Müthiş bir sinema geçmişi. Bu etkili film külliyatının öncesinde kahvelerde, köy meydanlarında, fabrika çıkışlarında oynanan tiyatro oyunları... Türkiye’nin toplumsal yaşamına dair belgeseller... Memleketin hafızasına nakşolmuş senaryolar... Dev isimlerle dostluklar, ortak ürünler... Bu yıl 50’nci sanat yaşamını kutlayan Ali Özgentürk’le konuştuk.

ALİ ÖZGENTÜRK KEMAL SUNAL'IN SON ANLARINI ANLATTI

 Yıllar boyunca memleketin kültür sanat hayatına yön veren isimlerle beraber olmuşsunuz, beraber üretmişsiniz... Ne dersiniz bu ortaklıklar için?

- “En iyi okul, arkadaşlık okulu” diyebilirim. Özellikle benden yaşça büyük çok arkadaşım oldu. Yılmaz Güney, Can Yücel, Melih Cevdet Anday, Yaşar Abi (Kemal)... “O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler” yazmıştı ya Yaşar Abi... Öyle. Ama sakın ümitsizliğe kapılmayın, her zaman vardır güzel insanlar...

 Ne öğrendiniz Yaşar Kemal’den?

- Yaşar Kemal’den hayal gücü öğrenilir. Florya’daki o evi hatırlarım hep. Tilda ve Yaşar Kemal’in o evinde çok kaldım... Koluma girerdi; yürürdük. 2.5 saat hiç durmadan anlatırdı; yeni yazacağı romandan babasının öldürülüşüne, birbirine bağlardı tüm konuşmaları... Bir romanın içindeymişsiniz gibi gelirdi. Bir daha doğmaz böyle insanlar... Küçük deliliklerin, büyük cesaretlerin, büyük nefeslerin insanlarıydı onlar...

 Türkan Şoray, Tarık Akan, Kemal Sunal... Çok büyük bir kuşak; bugünle karşılaştırırsanız ne dersiniz?

- Evvela şunu söyleyeyim: Şöhret, starlık değildir... Starlıktaki sevgi bağı farklıdır. Şimdi sinemada star yok. Milyonları etkileyen isimler yok sinemada.

 Kıvanç Tatlıtuğ var mesela...

- O ve daha bir sürü isim dizilerden geldi. Sinemayla starlaşmış birisi yok.

 Cem Yılmaz desem...

- Cem Yılmaz da stand-up’tan... Bu starlık meselesini esasen sosyolojik olarak incelemek gerekir. Türkan Şoray, Adana’ya indiğinde 500 kişi onu karşılamaya gelir. Sırf görmek için. Cem Yılmaz için mesela yapmazlar bunu. İşte saydın; Kemal Sunal stardı, Tarık Akan stardı... Yürüyemezdik beraber. “Ama onlar geçmişte başarılıydı” demek de olmaz. Star bitmez. Bir star ancak öldüğünde biter. Zaten bu insanlar normal insan değildir.

 Nasıl normal değiller?

- Olumsuz anlamda söylemiyorum. Sinema diye bir planetten düşmüş gibilerdir. O benim gecede de söyledim: Ben Türkan Hanım’a bakarak sinemaya âşık oldum. Türkan Hanım bir yürür, onun filmde yürüdüğünü görürsünüz. Kadın çantasında film taşıyor sanki. Bazı insanlarda vardır bu hava.

 “Sophia Loren’de var” derler...

- Evet, Sophia Loren’de var, Catherine Deneuve’de var... Bak bir de Sharon Stone’da var ki bizzat şahit oldum buna. Bir gün Cannes’da, festival sırasında otelden denize doğru yürürken, “Ahhh bir şey geçti” dedim. Baktım, Sharon Stone... Bir ışık topu geçiyor gibi. İşte anlattım ya, farklı mahluklar bunlar.

 

SELVİ BOYLUM AL YAZMALIM’IN FİNALİ AZ KALSIN DEĞİŞİYORDU

Atıf Yılmaz’ın çektiği, sizin yönetmen yardımcısı olduğunuz “Selvi Boylum Al Yazmalım”ın senaryosu da size ait. Yalnız bu filmin meşhur finaliyle ilgili enteresan bir ayrıntı var. Türkan Şoray da bir nevi itiraf etti, “Ben filmin o dönemki Yeşilçam filmlerine aykırı finaline itiraz etmiştim. Ali Özgentürk kendi senaryosunda diretti, iyi ki onun istediği oldu” dedi. Neydi bu olay?

- İşte biliyorsun, finalde Türkan’ın oynadığı Asya, tutkuyla âşık olduğu İlyas’ı (Kadir İnanır) değil, ona ve çocuğuna emek veren Cemşit’i (Ahmet Mekin) seçer. Senaryoyu böyle yazmıştım ama filmin çekimleri esnasında Türkan Şoray tutturdu “Asya filmin sonunda Kadir İnanır’a dönsün” diye.

Neden?

- Çünkü star, stara dönermiş! Atıf Abi de onay verdi. “Bir şey yapamam Ali” dedi. “Filminiz de finaliniz de sizin olsun” deyip topladım bavulumu. Dağın başındayız... Yola düştüm. Bir araba gelecek, beni alıp gidecek. Bekliyorum. O sırada Rüçhan Bey’le karşılaştık. O zaman Türkan Hanım’la beraber yaşıyorlardı. “Siz niye çekimde yoksunuz?” diye sordu. Anlattım; “Türkan, Kadir’e döner ve hoş bir final olur ama bu hakikat değil. İşte Rüçhan Bey, siz buradasınız, Türkan Hanım’ın yanındasınız, nasıl sabırla, sevgiyle ilgileniyorsunuz. Sevgi böyle görünen bir şeydir aynı zamanda. Ve bu film için de iyidir. Leyla ile Mecnun efsanesi, kavuşamadıkları için efsanedir. Hikaye böyle böyle seyircide devam eder. Seyirci sinemadan çıkar ama hikayeyi de evine götürür.” Rüçhan Bey bana hak verdi. Sonra da “Ne olur gitmeyin, içiniz rahat olsun, ben Türkan’ı ikna edeceğim” dedi. Etti de.

 

 Peki o meşhur “Sevgi neydi; sevgi iyilikti, dostluktu; sevgi emekti” repliğini de siz mi yazdınız?

- Tabii ki. O da neydi biliyor musun? O sırada ilk eşim Işıl Özgentürk’le evliydim. Atıf Abi bu senaryoyu verdi. Bir sene sürdü yazması. O güne kadar da beş kuruş almış değilim bu işten (gülüyor). Evimize Işıl Hanım bakıyordu. Ben de bebeğimize bakıyordum. 1976 doğumlu ilk kızım. Karda onu, arabasıyla Erenköy Kız Lisesi’nin bahçesine götürüyordum. “Sevgi emekti” işte bebeğime bakmaktan, ona verdiğim emekten doğdu.

 

YILMAZ ABİ ŞERİF GÖREN’İN HAKKINI YEMİŞTİR

 Yılmaz Güney desem?

- Güzel, yakışıklı bir adam değildi ama farklıydı, stardı. Anadolu’nun, yoksulların efsanesi olması boşuna değildir. Yılmaz Abi’yle çok beraber olduk. Son yıllarında bazen ters düşsek de çok güzel anılarımız var. Çok önemlidir bizim sinema tarihimizde. Bazı takıldığım şeyleri vardır sadece...

 Ne gibi?

- Örneğin “Yol” filmi... Yılmaz Abi’nin Şerif Gören’in hakkını yememesini isterdim. Fransa’ya kaçmıştı o dönem. Montajı orada yaptı. “Yol”u Şerif Gören çekmiştir ama “Yılmaz Güney’in hapishaneden çektiği film” sloganıyla tanıtıldı, Avrupa da buna inandırıldı. Yılmaz Abi, Cannes’da ödül aldığını öğrendiğinde Şerif Gören’i oraya çağırmalıydı.

 

 Şerif Gören de karşı çıkmadı buna.

- Çünkü efendi bir adam. Arkadaşına destek olmak istemişti..

 

ŞENER ŞEN’iN KAYIP 1 MAYIS FiLMi

 

 Sizin bir zamanlar sendikal bir göreviniz de vardı değil mi?

- DİSK’in kültür müdürüydüm. Onlarca belgesel çektim ben DİSK’e. Ama 12 Mart Muhtırası’yla beraber, hem benim hem DİSK’in elinden aldı o belgeselleri polis.

 Hiç mi kalmadı sizde?

- Yok, sıfır. Bunları bir zaman Adana’ya göndermiştim. Çelik bir kutu içinde, bir turunç ağacının altına gömdürdüm. Rahatladık zannedince kutuyu getirtmiştim, ama sonra aldılar onu da.

 Filmlerinizin akıbetinden haberiniz var mı?

- Polis arşivindeki her şeyi TRT’ye verirmiş. Ne yapacak ki o filmleri polis? TRT de bunları dijitale geçmiş bir zaman. Bazıları şimdi şimdi tesadüf eseri çıkıyor ortaya. Örneğin 3 sene önce biri bana şöyle dedi: “Sen Şener Şen’le bir film çekmiştin ya, onu gördüm ben.”

 Siz film mi çektiniz?

- Evet, çok az kişi bilir. DİSK’ten yeni ayrılmıştım. Sinema filmlerinde çalışmaya başlamıştım, reji asistanlığı, kamera asistanlığı, hamallık yapıyordum. Uzun yasaklardan sonra ilk 1 Mayıs geliyordu. Tepebaşı’ndaki Şehir Tiyatrosu’nun, şimdi onun yerinde TRT var, bir oyununda Şener figürandı, bayrak tutuyordu. Yönetmen Sabahattin Akyüz’e rica ettim “Kısa film var kafamda, yardım eder misin?” diye. Konusu şöyleydi: Bir işçinin babası geçmiş 1 Mayıs’lardan birinde alana gitmiş ve bir daha dönmemiş. Oğlu da işçi olmuş, elinde babasının fotoğrafı, 1 Mayıs’ta meydanda arıyor babasını. Gerçekten de 1 Mayıs’ta çektim.

Bu işçi Şener Şen mi?

- Evet. Mehmet Ali Birand’ın “1 Mayıs” belgeselinde bu görüntü ortaya çıktı. Anlık bir görüntü. Ben halen o görüntünün de içinde yer aldığı filmimi bulamadım ama.

◊ Peki nasıl çıktı bu görüntü?

- Birand TRT’den aldı demek ki.

◊ Belki gerçekten Şener Şen’in de katıldığı bir başka 1 Mayıs gösterisidir bu.

- Şener ömründe hiç 1 Mayıs’a katılmadı. Sadece aktör olarak benim çektiğim filmle katıldı.

 

KEMAL “UÇAKTA YANIMA SEN OTURURSAN GİDERİZ” DEMİŞTİ

 Kemal Sunal’ı 17 yıl önce bugünlerde kaybettik. Sizin çekeceğiniz “Balalayka” filmi için Batum’a giderken, uçakta kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Nasıl hatırlarsınız dostunuzu?

- Kemal çok düzgün bir insandı. Ahlakı, saygısı çok güçlüydü. Filmlerindeki mizahın yarısını kendisi üretirdi. Bizim ulusal komiğimizdi. Ama çok ciddi bir insandı aynı zamanda. O Şaban karakterini ciddi bir yoldan elde etti.

◊ “Balalayka”nın hikayesini onu düşünerek yazmıştınız, değil mi?

 

- Çok uzun zaman önce, bir hikaye kurmuştum: Birileri, bir şairin cenazesini almaya gidiyorlar ve olaylar gelişiyor. Duygusal bir hikayeydi ilk kurduğum; komedi değildi. Sonra hikayeyi değiştirdim. Adana’da bir pavyonda Rus kızlarını gördüm çünkü. Onların hikayelerini dinledim, bir otobüse bindirilip köylerde dolaştırılıyorlarmış... Sonra zaman içinde, klasik Kemal Sunal komedisi dışında, farklı, sürprizleri olan, sıcak bir komedi filmi tasarladım. Yeni senaryo Kemal’in de hoşuna gitti. Sonra üzerinde çalıştık senaryonun. Batum’da çekecektik. Tabii Kemal’in ölümüyle o senaryo da değişti.

◊ Uçağa binmediği söylenir Kemal Sunal’ın, o gün neden razı oldu?

- Genelde uçaktan korkuyor. Ben dedim ki atlayalım arabaya, gidelim Batum’a... Önce “Evet” dedi. Sonra “Çok yoruluruz” diye vazgeçti. “Eh, şoför alırız” diyecek oldum; “Başkasının sürdüğü arabadan korkarım” dedi. Nihayet “Sen uçakta yanımda oturursan gideriz” dedi. Öbür yanına da oğlu Ali oturmuştu o gün. Hayatını kaybettiğinde daha yerdeydik yahu. Uçak kalkmamıştı bile.

◊ Sohbet ediyor muydunuz o anlarda? Gergin miydiniz?

- Çok gırgır, tatlı şeyler konuşuyorduk. Uçağın televizyonu da işte güvenlik tedbirlerini anlatıyor. Uçak yavaştan yürümeye başladı, konuşmamız durdu. Kemal’in korktuğuna dair hiçbir belirti yoktu. Korkmuyordu da zaten. Ama birden başı omzuma düştü. Ali de oturduğu yerden kalktı. Ben “Doktor yok mu” diye bir çığlık attım. Bayılmışım. Sonrasını hatırlamıyorum. Uyuttular beni.

◊ Kalp krizi değil mi?

- Sonra öğreniyoruz ki, karısından da gizlemiş. Yazları arabayla Almanya’ya giderdi. Meğer duyulmasın diye Alman bir doktora kalbini gösteriyormuş her yıl. Bir problem varmış kalbinde ama ne olduğunu bilmiyorum açıkçası.

 

CAN YÜCEL’LE BERABER “KANLI PAZAR”DA DAYAK YEDİK

 

◊ Türkiye’de “sokak tiyatrosu”nun öncülerindensiniz. Hatta kurduğunuz tiyatroda Can Yücel de çıkıp şiir okuyormuş.

- Öğretmenler Sendikası’nın tiyatrosunda uzun süre çalıştıktan sonra, bir tiyatro dergisinde okuduğum makaleden ilhamla sokak tiyatrosunu kurmuştum. Üniversitelerdeki tiyatro gruplarını dolaşıp oyuncu seçtim. Fabrikalarda, sendikalar için oynuyorduk. Köy meydanlarında, kahvelerde... 900 oyun oynadık.

◊ Ne kadar sürdü bu?

- 1967’de kurdum ben bu tiyatroyu. 12 Mart’ta da bitti. Hepimiz bir yere dağıldık.

◊ Can Yücel hep var mıydı?

- Can Yücel, 1969’da Kanlı Pazar sırasında vardı işte. (16 Şubat 1969’da 6’ncı Filo’yu protesto etmek için Taksim’de toplanan göstericilere sağcı gruplar saldırdı; iki kişi hayatını kaybederken 200’ü aşkın protestocu yaralandı.) Dayak yedik.

◊ Nasıl oldu?

- O gün oyundan sonra Beyazıt’tan Taksim Meydanı’na yürümüştük. Meydanda oyunu tekrar ediyorduk. Oynarken saldırdı baltalı adamlar. Bütün kalabalığa.

◊ Yani siz Kanlı Pazar’da oyun mu oynuyordunuz?

- Evet... Merdivenlerde oynadığımız için Gezi’ye kaçabildik. Saldırganlar İstiklal Caddesi’nden gelmişti. Meydanın İstiklal’e bakan kısmındakiler çok zarar gördü.Hürriyet

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN