Sosyal Medya ve Biz
PERİHAN SEVER DİRİCAN
Sosyal medya hayatımızda; politikadan, ekonomiye, eğitimden, eğlenmeye kadar birçok farklı alanda değişimler yarattı .Bu değişimin içine doğanlar değişim olduğunun farkında bile olmazken 1980 öncesi doğanlar, bilhassa benim de içinde bulunduğum, 1950 liler, 60 lılar büyük bir şaşkınlık içinde buna ayak uydurmaya çalışıyoruz. Belki de bu şaşkınlığın içinde nelere sebep olduğumuzu bilmiyoruz.
İnsanoğluyuz. Acılara, kederlere dayanma gücümüz sınırlı. Dünyanın gidişatındaki olumsuzluklar canımızı çok yakıyor. Hal böyle olunca avuntular arıyoruz kendimize. Her şeyin para olduğu, hem de çok pahalı olduğu şu dönemde en ucuz ve en kolay avuntu sosyal medyada dolaşmak. Hayatın kendisiyle kuramadığımız ilişkiyi sanal ortamda kurmak.
Tuhaf bir iletişimimiz var onunla. Gerçek hayatta istediğimiz kimliğe kavuşamayan bizler, burada kimliğimizi bulma varlığımızı kabul ettirme çabasındayız. Kimimiz yazılarımızla, kimimiz çizimlerimizle, kimimiz fotoğraflarımızla, hiçbir şey bulamasak bile başkalarının paylaşımını paylaşarak yapıyoruz bu işi.
Bunu yaparken de çoğumuz samimi değiliz. Profiline başkasının resmini ya da gençlik fotoğrafını koymaktan tut da, inançlı olmayıp inançlı gibi görünen, fakir olup da zengin gibi kendini gösteren çok insan var aramızda. Olduğumuz gibi değil de karşımızdakinin bizi nasıl görmek istediğini düşünmemizle alakalı bir durum bu . Adeta sanal kimliğimiz, gerçek kimliğimizin önüne geçti. Artık emojilerle gülüyor, kısaltmalarla konuşuyoruz. Böyle yazmakla vakit mi kazanıyoruz? Tabii ki hayır! Binlerce mesaj, binlerce haber, binlerce film, binlerce şiir, binlerce makale, binlerce video bizi bekliyor. Hepsi yorum, beğeni bekliyor. Evet beynimiz 2,5 milyon GB hafızaya sahipmiş ancak o kadar uyarıcıyı algılayacak, doğruyu yanlışı ayırt edecek, sağlam alıcılarımız, antenlerimiz yok. Bunun için yalan, yanlış haberlerle dolduruyoruz dört yanı. Düşünce ve algıda zorluk çekiyoruz Belki diğer tarafta daha yararlı işler başaracakken burda vaktimiz ziyanda. "Home ofis", " getir-götür "gibi internet üzerinden sağlanan kolaylıklar da üzerine eklenince iyice yerimize mıhlandık. Obezlik yolunda ilerliyoruz.
Yalnızlığın anlamı değişti. Az sayıda kişilerle birebir ilişkilerimiz esnasında kendimizi kabuğumuza çektiğimiz zaman yalnızdık. Şimdi kabuğumuzun içinde yüzlerce, binlerce kişiyle aynı anda görüşebiliyoruz yine de “yalnız değilim” diyemiyoruz. Üstelik ağır bir sanal yorgunluğun altında eziliyoruz.
Empatiyi yitirdik. Bir zamanlar çeşit çeşit yiyeceklerin bulunduğu “sofra manzaraları” yla kaplıydı ekranlar. Sofraya ekmek koyamayan anneler, babalar olduğunu hiç düşünmemiştik. Neyseki itirazlar sonucu bu son buldu. Şimdi de ölüm haberleri. Seksen sene önce kaybettiğimiz ninemizi, dedemizi gün yüzüne çıkarmaya başladık .Türkiye’de elli bir milyon takipçisi ve bu takipçilerin yüzde doksanı elli yaş üzerinde olan ve bu yaşta olanların yakınlarını kaybetme olasılığını düşünürsek facebook resmen bir taziye sitesi oldu. Zaten herkesin derdi, özlemi başından aşkın ve biz durmadan kaysak kaldırıyoruz.
Milyonlarca insan bizim nereye gittiğimizi, ne yaptığımızı, ne yiyip ne içtiğimizi biliyor. Bütün yaşantımız ortalıkta. Duygularımız yerlerde zibil, hiç özelimiz kalmadı. Özlemlerimiz bile asilliğini yitirdi.
Kendimiz zamanın neresindeyiz? Onu bile şaşırdık
İzliyoruz, hiç durmadan, hem de kahkaha ata ata saçma sapan videolar izliyoruz. Bir kadının canlı yayında nasıl tuvalete girip çıktığını, diğerinin cin çıkarmasını, bir diğerinin seks sepalini, din simsarlarını, kültür dozerlerini… izliyoruz. Videosu viral yapan, izlenme rekorları kıran programcılar da haklı olarak daha fazla bu saçmalıklara yer veriyorlar.
Biz kendimize çeki düzen verdiğimizde karşımızdaki de verecektir. Biz izlemedikçe o saçma sapan videolar, diziler, programlar reyting alamayacak, yayınlanmayacaktır
Bugün bulunduğumuz durum, “Ahlak bozuldu!” diye çığırtkanlık yapan, ancak tüm ahlaksızlıkları izleyen, beğenen, paylaşan bizlerin eseridir.
Doğruya, güzele, düşünmeye kucak açmak dileğiyle…