Bundan Böyle Özgürsün Sen, Ey Ayasofya.!
MANSUR BALTACI
627 Yılında Kureyşliler ile Medine’li Müslümanlar arasında meydana gelen Hendek savaşı hazırlıkları esnasında, Müslümanlar, içinde bulundukları Medine Şehrini savunma amacı ile, şehrin etrafına Hendek kazma çalışmalarına devam ederken, Rabbimiz, Sevgili Habibi Muhammed Aleyhisselam’ı müjdeli zafer haberlerleri ile sevindirdi. Şam’ın, Fars’ın, Yemen’in Fetihlerinin müjdeleri verilmişti.
Yine bu müjdelerin başında da konumuza esas olan, büyük Müjde yer alıyordu: “İstanbul’un Fethi”
Her şey Hz Peygamberimiz (s.a.v) Efendimizin : “İstanbul muhakkak Feth’edilecektir. O’nu feth’edecek kumandan ne güzel kumandan ve o’nun askerleri ne güzel askerdir” buyurmuş olduğu bu Müjde ile başladı. Efendimiz Bunu alenen söylemişti. Bu müjde ile bir anda sevinen Ashab-ı Kiram çok mutlu olmuşlardı. Evet, bu müjde Alemlere rahmet Peygamberin, anında Ashabına ilettiği bir müjde idi. O Peygamber ki (s.a.v) verdiği her haber doğru çıkıyor, her söylediğinde hikmetler, faziletler parıldıyordu. Zira: Allah’u Tealâ : Peygamberinin bu vasfını Kur’anda şöyle açıklıyordu: “O, hevâdan (arzularına göre) konuşmaz”, “O’ (nun konuşması kendisine) vahyedilenden başkası değildir (Necm: 53/ 3-4)
Kendilerine ulaşan O müjde artık bütün İslâm Hükümdar ve kumandanlar için İstanbul’u fethetmek arzu ve gayretlerini harekete geçirmiş, yüce bir gaye haline gelmişti. Müslümanlar artık “Feth-i mübin’i “gerçekleştirmek için pek çok teşebbüste bulunuyorlar O fetih müjdesinin kendilerine nasip olması veya O övülmüş Kumandanın askerlerinden olmak, ya şahadet, ya zafer şerefine nail olacak mücahitlerden olmak sevdasına tutulmuşlardı
Yüce Allah (c.c) Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerimde:
“De ki: "Ey mülkün sahibi Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de onu çeker alırsın, dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin Hayır Senin elindedir. Muhakkak ki, Sen her şeye kâdirsin”. (A’li imran :3/ 26) Buyuruyor.
O halde, Bu Ayet-i Kerime ile Rabbimiz, kendi mülkünde olan, dünyaya ait her bir mülkünü, dolayısiyle İstanbul’u, kendi dilemesi ile dilediği kişilere vermişken, o nimetlerin kıymetini bilmeyenlerden, yine kendi irade ve dilemesiyle tekrar çekip alması da yine Rabbimizin takdirindedir. Ve nitekim öyle de olmuştur.
“O Kumandan ne güzel kumandan ve O’nun askeri ne güzel askerdir”: Bu gerçek aynen zuhur etmiş, O Kumandan, Çocukluğundan îtibaren devrin en büyük Alimlerinin önünde diz çökerek manevî bir terbiye ile, millî kültür ve cihangirlik şuuru içinde yetiştirilen Sultan II.Mehmet, henüz o yaşlarda İstanbul’u fethetmek ve böylece manevî müjdelere mazhar olmak idealiyle sabırsızlanıyordu. Bu sebeple henüz on dokuz yaşındayken 1451’de ikinci defâ saltanat tahtına oturur oturmaz bu büyük idealini gerçekleştirmeye çalıştı. İstanbul’un son kuşatması Fâtih Sultan Mehmed Han tarafından 1453’te yapıldı. Osmanlı Türklerinin Trakya, Boğaz ve Kocaeli Yarımadasını alması ile Bizans, İstanbul dahil birkaç şehirden ibaret kalmıştı.
Fetih öncesi Bizans’ın en önemli kuvvet ve ikmâl yolu olan deniz yolunu, Osmanlı kontrolü altına almak maksadıyla; Anadolu Hisarının karşısına keşfini bizzat kendisinin yaptığı Rumeli (Boğazkesen) Hisarının yapımı, Anadolu Hisarının onarım ve topların yerleştirilmesi, Hisarın kuleler, kapılar ve mazgallarının mevkileri Mehmed Han tarafından tesbit edilip, yapıldı. Dört yüz kişilik muhafaza kuvveti ve devrin en güçlü ateşli silâhı, topların yerleştirildiği Rumeli hisarının tamamlanması, Boğaz’ın trafiği, bizzat Sultan Mehmed Hanın fermanı ve talimatı ile gerçekleşti..
Bununla beraber şu kısa notu eklemek zorundayım: Müslümanlar hiçbir zaman, hiçbir toplumun, hiçbir ülkenin topraklarına göz koyarak, oranın işgali ve dünya malı elde etme hayaline kapılmamışlar, bilakis, Allah’Teala Fetih ile birlikte bu eşsiz nimetleri, Hak din ile gönderdiği Sevgili Peygamberinin ümmetinden, Aziz, alim, takva sahibi, asaletli Müslüman ve güzel Kumandana ve onun güzel askerlerine bahş’etmeyi uygun görmüş ve o muhteşem İstanbul Şehri 29 Mayıs 1453 de O mutlu kişiye ve o’nun askerlerine Armağan etmiştir.
Istanbul, içindeki kıymeti bilinmeyen bir çok güzel değerler ile birlikte,Ayasofya: 337 ile 361 Yılları arasında Taht’da olan Büyük Constaninin oğlu 2. Constantinas tarafından tamamlanmıştır. Ayasofya, İlk yapıldığında Büyük Kilise adı ile uzun zaman ayakta kalmış, daha sonra Bizanslılar tarafından Payendeler yenilenerek defalarca onarılmıştır. İstanbul Feth’edildiği zaman bile bir çok tamiratlara ihtiyacı vardı. Ayasofya’nın bu kadar yıl muntazaman ayakta kalmasında, Osmanlı Devletinin Mabed’lerine gösterdiği saygı, hürmet ve katkılarının büyük rolü olduğu muhakkaktır.
Müslümanlarla, kendilerinin Hristiyan olduklarını söyleyenler arasındaki dini hassasiyet farkını Rabbimiz Kur’anda şöyle açıklıyor: “Allah'ın mescidlerini, ancak Allah'a ve ahiret gününe inanan, namazı kılan, zekatı veren ve Allah'dan başkasından korkmayan kimseler imar ederler. İşte hidayet üzere oldukları umulanlar bunlardır.” (Tövbe: 9/ 17-18) Bu vasıfları bize bahş’eden Rabbimize Hamd olsun. Biz Müslümanlar, hiçbir gerekçe ile hiçbir mabede dokunmadığımız gibi, onları hep daha iyi bir hale getirmeye, ıyı haliyle muhafaza etmeye çalışmışızdır. Bilhassa Ayasofya Türk ve Müslüman Alemi için manevi bir Sembol’dür.
Türk Mimari Araştırma Merkezinin kurucusu, Yüksek Mimar Mehmet Emin Yılmaz yaptığı araştırmalarla elde ettiği dökümanlar ile 10 Yılda hazırladığı kitabında şu bilgileri paylaştı: Bu duruma göre: İnsan hak ve özgürlüklerinden bahseden Batılılar bir zamanlar Osmanlı imparatorluğu’nun hakim olduğu toprakllarda 18 yılda Cami, Mescit, Tekke ve Türbe gibi 329 Mimari eseri Kiliseye dönüştürmüştür. İspanya’da Katedrale çevrilen Kurtuba Ulu Camii gibi.
Elhamdülillah Artık Ayasofya’mız Özgür. 86 Yıllık haksız mahrumiyetten sonra Rabbimizin de lütfuyla Ayasofya Cami olarak yeniden açılıyor. Dünyanın dört bir yanındaki İslam Uleması Ayasofya’nın yeniden Cami olaral açılması konusunda Sayın Devlet Başkanımıza Tebrik Mektupları yağdırıyorlar. Bunlardan, Yurtdışı Filistinli Alimler Derneği: “Ayasofya!nın yeniden Cami olarak açılması, esaret altında olan El Aksa Camii nin kurtuluşunun işaretidir” dediler. Sadece İslam Uleması ile de sınırlı değil, Kudüs’de yaşayan Katolik Rahip Manuel Musellem ise: “Ayasofya’yı ayaklar altında çiğnenen bir Müze olarak kalmaktan, Allah’ın zikredildiği ibadethaneye çeviren Sayın Erdoğan Ayasofya’nın Onurunu ve şerefini kurtarmıştır” diyerek minnettarlığını belirtti.
Sen ey Ayasofya, Özgürsün artık, üzülenler, çok acı çekenler, şoka girenler hatta çıldıranlar varmış, artık olacak o kadar, biz de sana hasret ama hep ümitle tam 86 yıl bekledik. Bu mutlu günleri bizlere yeniden Bahş’eden, gösteren Rabbimize Hamd ediyor ve O’nun Sevgili Resulü Muhammed Aleyhisselam Efendimize Salat’u Selamlarda bulunuyoruz.Fatih Sultan Muhammed Han’a ve O’nun güzel askerlerine Allah’dan Rahmet diliyoruz.
Türk ve Müslüman Alemi için Manevi Sembolümüz Ayasofya Camii’nin yeniden açılışı Hayırlara vesile olsun.