Yeni Bir Dünyanın Eşiğinde Türkiye
AYSUN AVCU
Koronavirüs salgını ve ardından gelen ekonomik kriz dünyayı baştan aşağı dönüştürüyor. Siyasetten sosyal hayata, çalışma pratiklerinden ekonomiye kadar pek çok alanda alışkanlıklarımız değişiyor. Salgın ve kriz sonrası bizi nasıl bir dünya bekliyor? Bu sorunun cevabı kuşkusuz herkesi ilgilendiriyor.
Şimdiye dek sermaye maliyet düşüyor, emek ve kaynaklar bollaşıyor, refah artıyordu. Ancak genel bir iyimserliğe kapı aralayan bu trendler günümüzde etkisini yitirmekte. Sermaye maliyeti artabilir, fiyatlar daha değişken hale gelebilir, büyüme oranları düşebilir. Yalnızca dört yıl sonra, Çin’in bir şehri olan Tianjin’in ekonomik büyüklüğü İsveç’in gayri safi yurtiçi hasılasıyla eşit hale gelecek. Gana’da Kumasi, Brezilya’da Santa Catarina ve gelişmekte olan ülkelerden pek çoğu benzer bir grafiğe sahip olacak.
Peki bu ne anlama geliyor? Aslında bu “sıradan bir bozulma” değil, yeni gerçekler. Öyleyse gelişen koşullar, liderlerin sezgi ve varsayımlarını yeniden tanımlamalarını gerektiriyor. Başka deyişle dünya, yeni şartlara kendini hazırlamalı.
2000’li yılların başından bu yana sıkça karşımıza çıkan “Çin’in geleceğin süper gücü” olacağı yönündeki analizlerin tümü boşa çıktı. Çünkü Çin geleceğin değil, bugünün süper gücü. Baş döndürücü ekonomik büyümesi ile gelişmekte olan ekonomiler için sıra dışı bir örnek olarak karşımıza çıkıyor. Soğuk Savaş’ın sona erdiği 1991 yılından 2015 yılına kadar dünya ekonomisi yaklaşık 2 kat, ABD ekonomisi yaklaşık 1,8 kat büyürken Çin ekonomisi yaklaşık 10 kat büyüme gösterdi. Aynı dönemde Avrupa Birliği üyesi devletlerin ekonomileri 1,5 kat, Kuzey Amerika kıtasındaki devletlerin ekonomileri 1,8 kat büyürken Asya-Pasifik bölgesindeki devletlerin ekonomileri 2,6 kat büyüdü. Böylece Çin, Asya-Pasifik bölgesinin büyümesinde lokomotif rolü üstlenerek bu bölgenin küresel ekonomideki payını dikkat çekici bir orana taşıdı. 2020’de Çin’de GSYH 14,7 trilyonu aştı.
Üstelik Çin, Kuşak ve Yol Girişimi ile bölgesel ve küresel ilişkilerini ticari bağlantılar yoluyla geliştirmekte. Girişimin doğrudan ve dolaylı olarak etkileyeceği ülkeler hesaba katıldığında, dünyada bilinen enerji kaynaklarının %75’i, nüfusun %70’i ve gayri safi milli hasılanın %55’i tabloya girmekte.
Şartlar böyle iken Türkiye’nin değişen koşullara ayak uydurabilmesi için Çin başta olmak üzere Rusya, Brezilya, Endonezya, Malezya gibi yükselen güçler ile dengeli ve iyi ilişkiler kurması büyük önem taşıyor.