Akran Zorbalığı İçin Sesimizi Yükseltelim
AYSUN AVCU
Akran zorbalığı… Hepimiz bu kelimeleri duyduğumuzda bir çocukluk anısını, belki de çevremizde tanık olduğumuz tatsız bir olayı hatırlarız. Eskiden daha çok fiziksel olarak tanımlanan zorbalık kavramı, bugünlerde çok daha farklı boyutlara ulaştı. Eskiden okul bahçelerinde fiziksel ya da sözlü zorbalıklarla karşılaşırken, dijital çağın çocukları, siber zorbalık gibi yeni tehditlerle de baş etmek zorunda kalıyor. Sosyal medya, çevrimiçi oyunlar, mesajlaşma platformları derken, zorbalık artık çocuklarımızın yaşamlarının her alanına sinsice yayılabiliyor. Peki, bu durumun farkında mıyız? Farklı olmanın cesaret istediği bir dönemde çocuklarımıza nasıl destek oluyoruz? Gerçekten onlara aradıkları güvenli ortamı sağlayabiliyor muyuz?
Her gün okula gitmek zorunda olan çocuklarımızın ne hissettiğini hiç düşündük mü? Onlar, sınıflarında yalnızca dersleriyle ilgilenmek yerine, akranlarının eleştirilerinden kaçınmaya çalışıyorlar. Birisi sırf gözlük taktığı için, bir diğeri ise kilosundan dolayı alay konusu olabiliyor. Kimi öğrenciler, sahip oldukları kıyafetler ya da cep telefonları yüzünden yaftalanırken, bazıları sadece sessiz olduğu için zorbalığa uğruyor. Kısacası, çocuklarımızın birbirine zorbalık yapmak için sayısız bahane ürettiği, bunun da ötesinde kendilerini ifade etmekten çekinir hale geldikleri bir düzen içinde büyüdüklerini fark ediyor muyuz?
Eğitimciler ve aileler olarak bu noktada büyük bir sorumluluğumuz var. Zorbalık kavramı, sadece bir çocuğun diğerine fiziksel ya da sözlü saldırıda bulunmasıyla sınırlı değil. Zorbalığın en ağır yaralarını taşıyan çocuklar, genellikle kendilerini ifade etmekte güçlük çeken, destek sistemlerinden yoksun olan ya da kendilerini yalnız hisseden çocuklar oluyor. Çocukların bu durumla başa çıkmalarına yardımcı olmak, onlara farklılıklara saygı duymayı öğretmek, en temel görevlerimizden biri haline geldi. Farklılıkların aslında ne kadar değerli olduğunu onlara gösterebilirsek, zorbalığı bitirme yolunda önemli bir adım atmış oluruz.
Zorbalığın Boyutları ve Siber Zorbalık
Teknolojinin gelişmesiyle birlikte zorbalık da dijital platformlara taşınmış durumda. Artık çocuklar, okuldaki zorbalığın ardından evde de telefonları aracılığıyla benzer baskılarla karşı karşıya kalabiliyor. Bir çocuğun fotoğrafını çekip, sosyal medyada paylaşarak dalga geçmek ya da hakaret içeren mesajlar göndermek gibi durumlar, dijital dünyada yaşanan zorbalıklardan sadece bazıları. Bu, zorbalığın çocuklar üzerinde 24 saat boyunca sürdüğü bir ortam yaratıyor ve ruhsal olarak büyük yaralar açıyor. Bir çocuğun zorbalığa maruz kalmasının uzun vadede özgüven sorunları, akademik başarıda düşüş, hatta depresyon gibi sorunlara yol açabileceğini düşündüğümüzde, bu durumun ne kadar ciddi olduğunu daha net anlayabiliriz.
Bu tür bir zorbalığa maruz kalan çocuk, kimseye güvenemediği için içine kapanabilir ve yaşadığı sorunları kimseyle paylaşamaz. Hatta çoğu çocuk, bu durumu sadece kendisinin yaşadığını düşünüp suçluluk bile hissedebilir. Ancak bilmeliyiz ki bu, birçok çocuğun yaşadığı bir problem ve çocuklarımıza yalnız olmadıklarını hissettirmemiz çok önemli.
Aile ve Eğitimcilerin Rolü
Zorbalıkla mücadelede, eğitimcilerin ve ailelerin çocuklara yönelik bakış açısını yeniden gözden geçirmesi gerekiyor. Çocuklarımıza her zaman güçlü olmaları gerektiğini öğretmek yerine, farklılıkları kabul etmenin, birbirine saygı duymanın ve empati yapmanın önemini vurgulamalıyız. Özellikle ebeveynler olarak çocuklarımızla sürekli iletişimde kalmalı ve onlara yaşadıkları sorunları açıkça paylaşabilecekleri bir ortam sağlamalıyız. Çocuklarımızı zorbalığa karşı uyarmak, kendi haklarını savunmayı öğretmek ve gerektiğinde destek arayabileceklerini hatırlatmak zorundayız.
Eğitimciler ise sınıf ortamında, çocuklara güvenli ve destekleyici bir atmosfer yaratabilir. Zorbalık olaylarını tespit etmek ve bu konuda hızlı müdahalelerde bulunmak, öğretmenlerin başlıca sorumluluklarından biri olmalı. Ayrıca, sınıf içi etkinliklerle öğrenciler arasında dayanışma duygusunu güçlendirebilir, farklılıkları zenginlik olarak kabul etmenin ne kadar kıymetli olduğunu anlatabilirler. Örneğin, empati çalışmalarına yer vererek çocukların birbirinin duygularını anlamalarını sağlamak oldukça etkili bir yöntem olabilir. Çocuklarımıza zorbalığa karşı güçlü durmayı öğretirken, aynı zamanda kimseye zorbalık yapmanın kabul edilemez olduğunu da anlatmalıyız.
Birlikte Güçlüyüz!
Akran zorbalığıyla mücadele etmek, sadece ailelerin veya öğretmenlerin değil, hepimizin görevi. Toplum olarak bu konuda duyarlı olmalı, farkındalık yaratmalı ve çocuklarımıza güzel örnekler sunmalıyız. Çocuklarımıza, farklı olmanın güzelliğini, herkesin eşsiz olduğunu anlatmalıyız. Onlara, arkadaşlarının farklı yanlarını kabul etmeyi, destek olmayı öğretmeliyiz. Çünkü çocuklar, gördüklerini öğrenir. Eğer biz yetişkinler olarak birbirimize saygı gösterir, empati kurar ve zorbalığa karşı sıfır tolerans gösterirsek, çocuklarımız da aynı değerleri benimser.
Unutmayalım ki, zorbalığa maruz kalan her çocuk, toplumun geleceğini şekillendirecek bir bireydir. Eğer onların özgüvenlerini zedelemeden büyümelerini sağlarsak, sağlıklı ve güçlü bireyler olarak topluma katkı sağlayacaklardır. Ancak zorbalıkla mücadele etmeyi başaramazsak, bu çocukların ileride ne kadar kırılgan bireyler olacağını, çevrelerine nasıl öfkeli bir bakış açısıyla yaklaşacaklarını hayal etmek zor değil.
Sonuç olarak, zorbalığa karşı harekete geçmenin, bir arada sesimizi yükseltmenin vakti geldi. Zorbalık, yalnızca o an yaşanan bir olay değil; bazen bir ömür boyu süren bir iz bırakabilir. Çocuklarımızın geleceği için, her birimizin farkındalığını arttırarak bu tür davranışların önüne geçebiliriz. Hep birlikte farklılıklarımızla daha güçlü olduğumuzu, ancak birlikte durarak zorbalığı yenebileceğimizi çocuklarımıza öğretebiliriz.
Sesimizi yükseltelim ve çocuklarımızın güvenle, özgürce, olduğu gibi kabul edildiği bir dünya inşa edelim. Belki de bugün atacağımız en küçük bir adım, bir çocuğun geleceğinde büyük bir değişim yaratabilir.