Değerli okurlar, bu yazımda köyden kente yoğun geçişlerin ve kaybolan mahalle kültürünün hem bu ekonomiye hem üretime, kültürümüze hem de insan ve ruh sağlığına etkilerini paylaşacağım. Yazılarıma göstermiş olduğunuz teveccüh ve ilginize teşekkür ederim.
Sahi biz mecbur muyduk daha fazla kazanmak, daha fazla tüketmek için kent hayatının getirmiş olduğu zorlukları ve yıpratıcı hayatı seçmeye?
Bize nefes aldırmayan yoğun trafik altında işe gidip gelmeye mecbur muyduk?
Kirli hava, doğaldan uzak yiyecek ve içecekler, gürültülü şehir yaşantısı altında kalmaya mecbur muyduk?
Yüksek yüksek bloklar altında, içinde sevgi olmayan, duygu olmayan evlerde yaşamaya mecbur muyduk?
Oysaki ben çocukluk yıllarımda hatırlardım...
Ailece, hem de yakın akrabalar hep bir arada aynı semtte yaşardık. Karşı evde amcam, karşı sokakta büyük amcam, dayılarım alt sokakta hepimiz birbirimizden haberdar öyle güzel öyle mutluyduk ki... Daha yakalanamaz mutluluklar belki de... Çocukken bütün mahalleyi tanıyan ben, şimdi kendi apartmanımda üst komşum kim, bilmiyorum.
Malatyalı olmanın her zaman dışarıda bir ayrılacağı vardır. Malatyalı iseniz bir yere gitseniz, elinize bakarlar direkt kayısı getirmedi mi diye..
Zaten o kayısı bahçesi sizde yoksa, bir yakınınıza ait bir kayısı bahçesi mutlaka vardır. Yani tedarik etmeniz hiç zor olmaz. Şimdi nerede, o kayısı bahçelerini bir bir yüksek binalar devirdi. Maalesef ki tarım, inşaat sektörüne yenik düştü. Tarım alanları sadece tarımsal amaçlı kullanılmalıdır. Dile kolay gelebilir ama az buz değil tarımsal üretim alanımız tam tamına neredeyse 24 milyon hektar, dünyadaki 124 ülkenin kendi yüzölçümünden büyük. Ama gel görelim ki tarım, yerini yüksek yüksek binalara bıraktı. Çok değil, geçtiğimiz günlerde ülke olarak büyük bir acı duyduğumuz İzmir depremiyle konu edinmiş olsa da bu durum ülkemizi hapsetmiş durumda... Bir görsel görmüştüm, eminim onu sizler de gördünüz, İzmir Bayraklıya ait. Görsel yüksek binaları içeriyor ve yıllar önce orası bostan olarak faaliyet göstermekte. Reklamlara aldanmak bir çözüm olamaz. Nitekim televizyonun karşısına geçip baktığımızda ne tüketim ihtiyacı biter ne de ihtiyaçlarımız. Bizim ihtiyacımız temiz bir hava, içilebilir su ve huzur... Ülke olarak neden bu kadar duyarsız kalıyoruz? Deprem olması mı lazım illa tarımsal alanların ne şekillerde kullanıldığını görmek için? Hepimizin sosyal hayatların belli aksaklıkları, sorunları veya kendi içinde problemleri wolabilir ama ortak kullanım alanlarımıza zarar vermeden, hor kullanmadan yaşamak zorundayız. Yarın Allah göstermesin bir gıda eksikliği yaşadığımız zaman mı anlayacağız tarımsal alanların yetersiz kalacağını? Kendi kendine yetmediği zaman mı anlamamız lazım? Peki o zaman yüksek yüksek binaları, rezidansları yıkıp tekrar tarıma açacak mıyız? Eğer hayır ise lütfen bizim tarım alanımıza dokunmayın! Malatya'da sadece bir kayısı üretiminde dahi kaç insan ekmek yiyip ülke ekonomisine katkı sağlayıp bir dönemsel istihdam seferberliğini göz önüne alın ve bunu tüm Türkiye'ye yayın, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Malatya beraberinde komşu illere mevsimlik işçi dağılımındaki rolünü hesaba katın, durum kendini belli edecektir. O kayısı ağacının yapmış olduğu fotosentez ile kaç insanın günlük oksijen ihtiyacını karşıladığını düşünün, eminim hak vereceksiniz. Bir ömür zaten bir tapu almak için heba ettiğimiz ömrümüzde yaşam kalitemizi düşürmenin ruh sağlığımıza vermiş olduğu zararın gözler önünde olduğu gerçeği hakim.
Zaten ileri teknolojiyi er ya da geç elde edeceğiz. Modern dünyada teknoloji alanında kendini her gün hissettiren bir sanayi, savunma sanayi ve ileri teknoloji ile yapmış ve yapacak olduklarıyla kendinden söz ettiren bir ülkemiz var. Ama toprak öyle değil; varsa vardır, yoksa yok. Hamdolsun cennet vatanımızda bu toprak var, teknolojide ileride olan ülkelerin tarım alanında geride olduğunu göreceksiniz. Biz zirvede olduğumuz teknolojiyi tarımla birleştirecek olursak bizimle kimse başa çıkamaz. Yarınlarımızı garanti altına alalım. Toprağa ve doğaya sahip çıkalım.
Saygılarımı sunuyorum.