Beyaz Hüzün: Sarıkamış...

Malatya Türk Ocağı olarak bu hafta da sohbet programımızı gerçekleştirdik. Rabbimize sonsuz şükürler olsun. Yoğun bir katılımın olduğu bu haftaki programımız öncesi yine adet olduğu üzere misafirlerimize kuru fasulye ikramımız oldu.
Bu hafta Malatya Ülkü Ocakları Eski İl Başkanı Fevzi Şahin Bey Sarıkamış harekâtını anlattı. Sohbet öncesinde bu toprakları bize yurt yapmak için feda-i can eyleyen tüm şehitlerimiz için Kuran tilaveti yapıldı.
Kendisi de tarihçi olan Fevzi Şahin özetle şunları söyledi:
“Bu akşam 104 yıl önce bu topraklarda, Sarıkamış'ta yaşanan bir kahramanlık öyküsünden bahsedeceğiz. Turan yolunda, ülkü yolunda can vermiş, karlar altında eriyen bahtsız Anadolu'nun kara yazgılı 90 bin evladının kahramanlık destanından bahsedeceğim. Amacımız ne tarihi yargılamak ne de tarihi şahsiyetleri göz ardı etmek, aklamak, hatalarını anlatmak değildir. Amacımız savaşın ne anlama geldiğini anlatmak ve bu topraklar için toprağa düşen Anadolu'nun öz evlalarının fedakârlıklarını anlatmaktır. Umuyoruz, umulur ki tarih bir daha tekerrür etmesin.
İlber Ortaylı'nın “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı” isimli bir kitabı mevcut. Kendisine kitabı için neden böyle bir isim seçtiği sorulduğunda Osmanlı'nın son yüzyılı önceki beş yüz yılda yaşananlardan daha acı, daha dramatiktir der. Büyük toprak kayıplarının ve büyük acıların yaşandığı bir yüzyıldır.
Abdulhamit Han 31 Mart vakası bahane edilerek tahttan indirildikten sonra İttihat ve Terakki yönetimde tam söz sahibi olmuş, Enver Paşa padişahtan sonra ikici adam konumuna gelmişti. Ancak İttihat ve Terakki kadroları imparatorluğu yönetme konusunda tecrübesizliğe sahipti. Aynı şekilde Enver Paşa da 33 yaşında genelkurmay başkanı olmuş ama büyük harpleri yönetecek tecrübeden yoksundu. Bu durumdayken İtalya ile girişilen Trablusgarp savaşının kaybedilmesi sonucunda cesaret bulan Balkan devletleri Osmanlı'ya karşı savaş açtılar. Ve maalesef Osmanlı bu cephede büyük bir yenilgi aldı ve düşman, devletin başkenti İstanbul'a kadar dayandı. Bu sıkıntılı dönemde bir de I. Dünya Savaşı patlak verdi. Bu savaşla birlikte Osmanlı güneyindeki pek çok yeri de kaybetti ve küçük bir Anadolu'ya sığınmak durumunda kaldı. Osmanlı bilindiği üzere Almanya'nın yanında savaşa girdi. Bu çokça söylenile geldiği gibi Alman hayranlığından değil, başka bir çare olmamasından ötürü gerçekleşmiş bir zorunluluktu. Diğer blokta yer almak için görüşmelerde bulunulmuş ancak Osmanlı toprakları gizli anlaşmalarla bu devletler arasında zaten pay edildiği için Osmanlı devletinin bu teklifini geri çevirmişlerdir. Osmanlı da mecburen Alman'lara yaklaşmak durumunda kalmıştır. Padişah Mehmet Reşad Cihad-ı Ekber ilan etti ve Mısır'dan Afganistan'a kadar tüm İslam coğrafyasının İngiliz'lere, Fransız'lara karşı savaşmasını emreder. Ama sonuç tam bir fiyaskodur. Kimse kılını dahi kıpırdatmadı. Araplar çoktan Fransa ve İngiltere'nin yanında saf tutmuşlardı bile. Osmanlı topraklarının paylaşımının yapıldığı bu dönemde İttihat Terakki tek kurtuluş reçetesinin genişlemek olduğunu düşünüyordu. Enver Paşa ilk genişleyecek yer olarak da Kafkaslar ve Orta Asya'yı işaret etti. Bu harekatın 3 önemli saç ayağı vardı. İlk olarak doğu cephesindeki 3. ordu Sarıkamış'a girecek, oradan Kafkas'lara ve sonra da Orta Asya'ya girecekti. İkinci ayak olarak Enver Paşa'nın amcası Halil Paşa İstanbul'dan bir tümenle yola çıkacak önce Halep'e oradan da İran'a girecek Tebriz ve Tahran'ı aldıktan sonra Halife'nin cihad çağrısı doğrultusunda oradaki Müslümanlar ayaklandırılacak, ihtilaller yapılacak, Orta Asya'da Enver Paşa ile buluşulacak ve Turan İmparatorluğu kurulacaktı. Cemal Paşa ise Suriye'ye gidecek, oradaki isyanları bastırıp Basra Körfezi'ni ve Süveyş Kanalı'nı geçip Mısır'a ulaşacak, oradaki isyanları bastırıp devleti kurtaracaklardı. Ancak Osmanlı ekonomik ve askeri açıdan bu yükün altına girebilecek durumda değildi. Seferberlik ilan edildiği zaman Malatya'dan 161 kişi katılmıştır 3. Ordu'nun emrine”.
Harekât esnasında sivil ve asker kişilerin anılarından bölümler aktaran Şahin ne denli zorlu ve acı dolu sahneler yaşandığını tüm çıplaklığı ile gözler önüne serdi. Zaman zaman dinleyicilerin duygulandığı sahneler aktaran Şahin:
“Osmanlı ordusu düşman ile değil doğa ile bir mücadeleye girişmişti. Doğa şartları yanı sıra taktik ve stratejik hatalar, ikmal noksanlığı, teçhizat yetersizliği ve tifo tarihimizin bu acı sayfasının baş müsebbipleri olmuşlardır.
Bu askeri harekât teorik olarak çok başarılı bir harekâttır. Rus yetkililere göre çok cesur ve cüretkar bir plandır. Sadece Sarıkamış ile sınırlı olmayıp Kafkaslar ve Orta Asya'ya, Hazar'a kadar ufku olan bir harekâttı. Tabi ilk basamak olan Sarıkamış başarısız olunca planın diğer aşamaları akamete uğradı. Allahuekber dağları aşıldı ve Sarıkamış'a girildi aslında. Ancak takviye güçler gelemeyince tekrar geri çekilinmek durumunda kalındı.
Enver Paşa ordunun kırıldığını ve savaşın kaybedildiğini anladığında bir vasiyet kaleme almıştır. Vasiyetine şunları yazar: “Şimdiye kadar askerlerim ve zabitlerim ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Her türlü manevrayı yaptılar. Eğer Allah yardım ederse muvaffakiyet kesindir. Eğer muvaffak olamazsam son neferimle birlikte öleceğim. Ben vazifemi yaptığıma inanıyorum ve böylece öleceğim. Servet namına hiçbir şeyim yoktur. Olanları da eşim, refikam Sultan hazretlerine bırakıyorum. Yaşasın İslam, yaşasın Osmanlı, yaşasın Osmanlıların padişahı Mehmet Han”.
Sarıkamış harekâtı Türk tarihi açısından hüsranla biten ve izleri kolay kolay silinmeyen bir savaştır. Yıllarca savaşın askeri taktik ve stratejik yönleri tartışıla gelmiştir. Kimisine göre Enver Paşa, kimisine göre Hafız Hakkı Paşa, kimisine göre ise Hasan İzzet Paşa hatalıydı. Bu tartışmalara girip askerin o büyük fedakârlığını göz ardı etmemek lazım gelir. Bence Sarıkamış harekâtında en önemli şey askerlerin fedakârlığıdır.
Tarih bir toplumun vicdanıdır. Tarihi şahsiyetler önce toplumun vicdanında yargılanır daha sonra tarihteki yerlerini alırlar. Kahramanlı ve hainlik çok ince bir çizgi ile birbirinden ayrılmıştır. Savaşta başarılı olursan kahraman başarısız olursan hain olarak damgalanırsın. Enver Paşa'nın durumu da aynen böyledir. 1908 yılından tarihe bakarsan Enver Paşa Makedonya dağlarında bir eşkıyadır. 1909 yılında hürriyet kahramanı, 1911 yılında yüreğini bir bozkurda yalatmış Trablusgarp'da bir Osmanlı fedaisi, 1912 yılında Edirne önlerinde barut yutmuş ateş kusmuş bir Türk neferi, 1914 yılında Osmanlı orduları başkumandan vekili, 1918 yılında sürgünde mağlup bir kumandan, 1922 yılında Orta Asya Turan Orduları Baş Kumandanı ve Çeğan Tepesinde yalın kılıçla Rus mitralyözüne karşı Allahuekber diyerek şehadete yürüyen bir komutan, 1924 yılında vatan haini, 1994 yılında ise iade-i itibarla şerefli bir Türk subayıdır. “Kara bahtına şeytanlar gülsün” diyen şairler de çıktı Enver Paşa için, “sen yine hayal kur biz Allahuekber dağlarında donalım” diyenlerde çıktı.
Son söz olarak diyorum ki Allah hepimize uğrunda öleceğimiz büyük ülküler nasip etsin” diyerek sözlerini noktaladı.
Program sonunda Ocak Başkanımız Nadir Günata, Fevzi Şahin'e günün anlam ve önemine binaen bir plaket takdim etti. Biz de Fevzi Şahin'e bu güzel konuşmasından dolayı en kalbi şükranlarımızı sunuyoruz.

Bakmadan Geçme