Mekke: Yeryüzünde tevhidin timsâli ilk mâbed olan Kâbe’nin bulunduğu şehir... Dünyanın ve vahyin kalbi. Müslümanların kıblesi Kâbe'nin bulunduğu kutsal belde. İşte tüm ayrıntılarıyla Mekke'nin fethi...
Mekke: Yeryüzünde tevhidin timsâli ilk mâbed olan Kâbe’nin bulunduğu şehir... O Kâbe ki “Çok mübarek ve âlemlere hidayet olan Beyt’tir.”(1)Mübarekiyeti ve hidayete vesile oluşu Tevhid-i İlâhî’nin mücessem bir delili olmasından ileri gelmektedir. İlk bânisi, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem (a.s.), onu bu gaye için inşa etmişti. Zamanla bina gözden kaybolacak vaziyete gelmiş, fakat temelleri sâbit kalmıştı. Ebu’l-Enbiya [Peygamberlerin Babası] lakabıyla anılan Hz. İbrahim, Allah’ın emir buyurmasıyla, oğlu Hz. İsmail’le birlikte, bu temel üzerine Kâbe’yi yeniden inşa etmişler ve Kâbe “tevhid” inancının yeniden mücessem bir sembolü olmuştu.
Ancak yeryüzünün bu en şerefli ve en faziletli binası, hâlâ, tevhid inancından uzak yaşayan, hatta bu inancı var güçleriyle ortadan kaldırmaya, müntesiplerini yok etmeye çalışan Kureyş müşriklerinin elinde bulunuyordu. Bina ediliş gayesinin tam aksine, içi putlarla dolu duruyordu.
Tevhid inancının ve bu inancın mümessili Müslümanların can düşmanları olan müşrikler, burada her türlü rezaleti irtikap ediyorlardı.
Gayretullah’a dokunan, Hz. Âdem (a.s.) ile Hz. İbrahim’in ruhanîyetlerini rencide eden ve bütün Müslümanların kalp ve vicdanlarını derinden sızlatan bu durumun bir an evvel ortadan kaldırılması lâzımdı. Bu mübarek mâbedin ve bu mâbedin içinde bulunduğu Mekke’nin bir an evvel müşriklerin kirli ellerinden kurtarılması gerekiyordu.
Hz. Fahr-i Âlem Efendimiz, bunu düşünüyor, bu maksadının tahakkuku için bir yol arıyordu.
Uzun zaman imkânlar ve şartlar buna elvermemişti; çünkü Müslümanlar henüz az ve zayıf bir durumda bulunuyorlardı. Müslümanların mevcut gücüyle bunu elde etmek de oldukça zordu. Üstelik, Medine’nin her an düşman taarruzuna uğraması da muhtemeldi.
Bu gayenin bilfiil gerçekleşmesi için İslam’ın inkişaf etmesi, Müslümanların çoğalması, güç ve kuvvet kazanması gerekiyordu; aksi takdirde, bu yoldaki bir teşebbüs akim kalabilirdi.
Bir işe teşebbüste zamanı ve zemini değerlendirmeyi çok iyi bilen Peygamber Efendimiz, bu gayesinin tahakkuku için Cenab-ı Hakk’ın müsait şartlar ihsan etmesini sabırla bekliyordu. Devamı Haftaya
Nihayet, Hicret’in 8. yılında İslam olanca haşmetiyle etrafa yayılmıştı. Bir taraftan İslam’ın en amansız düşmanlarından biri olan Hayber ve civar Yahudileri tabiiyet altına alınmış, bir taraftan en büyük bir fetih ve zafer olan Hudeybiye Antlaşması yapılmış ve yine bir başka taraftan o zamanın koskocaman Bizans İmparatorluğu’na Mu’te Harbi’yle gözdağı verilmişti.
Bütün bunlar, İslam’ın ve Müslümanların, önüne geçilmesi imkânsız, büyük bir kuvvet halini almış olduğunu ortaya koyuyordu. Yazı Devam Edecek…