Malatya Türk Ocağı'nda Şark Meselesi Konuşuldu

Malatya Türk Ocağı olarak bu haftaki sohbet programımızı da gerçekleştirdik. Rabbimize sonsuz şükürler olsun.

PAYLAŞ
Malatya Birlik Gazetesi - MALATYA BİRLİK GAZETESİ

Bu hafta İnönü Üniversitesi Emekli Öğretim Görevlisi Hasan ŞEN’in konuşmacı olarak katıldığı sohbette Şark Meselesi değerlendirildi.

Şark Meselesini iyi kavrayabilmek için üzerinde yaşadığımız bu toprakların, siyasi, sosyal, kültürel  ve  dini bakımlardan geçirdiği üç evre’nin  çok iyi bilinmesi gerektiğini belirterek konuşmasına başlayan ŞEN; bu evrelerden birincisinin 1071 Malazgirt Zaferi öncesi olduğunu belirterek, bu toprakların o zamanki adı ANATOLİA idi ifasesini kullandı. İkinci evre’nin 1071 – 1250 yılları arasındaki süre olup bu  evrede ANADOLU; üçüncü evre ise 1250’lerden günümüze kadar geçen zamanı kapsar ki bu toprakların söz konusu üçüncü evre zamanındaki adının da TÜRKİYE olduğuna dikkat çekti.

 Sohbetin konusunu oluşturan Şark Meselesi olarak adlandırılan projenin esas hedefinin bu süreci tersine çevirmek; yani 1250’lerden itibaren Müslüman Türkiye adıyla anılan bu toprakları, yeniden 1071 Malazgirt savaşı öncesindeki konumuna döndürmektir dedi.

Konuşmasını slaytlarla da zenginleştiren Hasan ŞEN; Şark Meselesi ifadesinin bir siyasi söylem olarak, 1815 Viyana Kongresinde gündeme getirildiğini ancak teori olarak daha XVII. Yüzyılın ortalarında, Papa X. İnnocentius ‘un başkanlığındaki bir Hıristiyan din adamları heyeti tarafından şekillendirildiğine dikkat çekti. 1644 -1655 yılları arasında Papalık koltuğuna oturan ve Tük düşmanlığıyla şöhret bulan X. İnnocentius’un Türklerle ilgili bazı sözlerini de hatırlatan konuşmacı; Hırıstiyan din adamları tarafından teorilendirilen Şark meselesi , ta 1071 Malazgirt Savaşıyla başlatılmış ve iki ana devrede değerlendirilmiştir diyerek, bu devreleri:

Birincisi 1071 – 1683 yılları arasındaki, yani Malazgirt Zaferi ile II. Viyana kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanması arasındaki zaman dilimi dir ki bu devrede Müslüman Türkler Saldırı da, Hıristiyan Batılılar savunmadadır.

1683’ten zamanımıza kadar geçen süreyi kapsayan ikinci devre de ise; Hıristiyan Batı saldırı da, Müslüman Türkler savunmadadır. 

1071 – 1683 arasındaki devreyi üç aşamalı olarak belirleyen teorisyenlere göre :

I.aşama Türkleri Anatolia’ya sokmamak,

II.aşama Türklerin Avrupa’ya geçişini önlemek,

III. aşamada ise Türklerin Avrupa’da yayılmasını önlemek, şeklinde ifade edilmiştir.

Bu üç aşamadaki gelişmeleri ana hatlarıyla değerlendiren konuşmacı; 1071 de Anatolia’nın kapıları ardına kadar Türk yerleşimine açılmış ve altı yıl gibi kısa bir süre sonra Anadolu’nun batısında İznik’te, Kutalmış Oğlu Süleyman Şah tarafından Anadolu Selçuklu Devleti kurulmuştur gerçeğini hatırlattı. Bu hızlı gelişme karşısında şaşkına dönen Avrupa devletleri; Anadolu Selçuklu Devletini yıkmak ve Türklerin bu topraklarda yerleşmesini engellemek maksadıyla Haçlı Seferlerini gerçekleştirmişlerdir ( 1096 – 1270 ) dedi.

Haçlı seferlerinin başarısızlığı üzerine bu topraklardaki Türk gerçeğini kabul eden Avrupalılar; 1250’lerden itibaren buraya Türklerin yurdu, ülkesi anlamına gelen Türkiye adını vermişlerdir. Diyerek sözlerine devam eden konuşmacı; günümüzdeki bazı gelişmelere de dikkat çekerek, Maalesef ki son yıllarda neden bu toprakların adı Türkiye olsun ki burada sadece Türkler yaşamıyor, söylemleri  ve hatta Türkiye Cumhuriyeti devletinin adı değiştirilmelidir gibi sapkın ifadelerin gaflet, dalalet ve hıyanet içinde olanların şark meselesine hizmet etmekte olduklarının göstergesi olduğuna da vurgu yaptı.

I.Devrenin ikinci aşamasındaki gelişmelere de dikkat çeken ŞEN, Bizans imparatoru Kantakuzenos’un, Edirne’yi muhasara eden Sırp ve Bulgarlara karşı Orhan Gazi’den yardım istemesi üzerine, Süleyman Paşa komutasındaki Türk birliklerinin 1353 yılında Gelibolu’ya geçerek Edirne’yi kurtarması  sonucu, Bizans imparatorunun Çimpe kalesini üs olarak kullanılmak üzere Osmanlı Türklerine verildiğini ( 1354) hatırlattı ve böylece bu aşamada da Hıristiyan Avrupa başarısız oldu dedi.

 Çimpe kalesini üs tutan Türkler, aldıkları davetler ve maruz kaldıkları saldırılara cevap vermek gereğince Viyana kapılarına kadar olan yerleri fetih yoluyla yönetim altına aldılar.

Maalesef ki 1683 yılında yaşanan II. Viyana kuşatması bozgunuyla Türkler Viyana kapılarında durduruldu. II. Viyana kuşatması ve bozgunuyla ilgili kısa bir değerlendirmeden sonra konuşmasına devam eden Hasan ŞEN, 1683’le başlayıp günümüze kadar gelen sürenin de II. Devreyi oluşturduğunu ifade etti.

Şark meselesinin bu II. Devresinin de üç aşama olarak projelendirilmiş olduğunu belirten konuşmacı, bu aşamaları da:

I.Aşama da Türkleri Avrupa’dan atmak,

II.Aşama da Türkleri Balkanlardan atmak,

III.Aşama da da Türkleri Türkiye’den atmak, bu mümkün olmazsa, Türkleri Türkiye’de imha ederek, bu toprakları yeniden Hıristiyan Anatolia konumuna getirmek. Şeklinde ifade edildiğini sözlerine ekledi.

Bu devrenin I. Aşamasında Avrupa’da gelişen olaylar ve 18. Yüzyılda yaşanan Rus-Osmanlı  savaşlarının sonunda 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla, Çarlık Rusyası’nın bir yandan Osmanlı devleti’nin içişlerine müdahaleleri ve diğer yandan da Osmanlı idaresindeki Sırp ve Yunanları kışkırtma ve destekleme politikalarıyla  Sırp ve Yunan İsyanları bağımsızlıkla sonuçlanmış ve Türklerin Avrupa’daki hakimiyetleri sona ermiştir. Şeklinde sözlerine devam eden ŞEN; bu devrenin II. Aşamasında da Türklerin Balkan Savaşları sonrası Balkan hakimiyetini kaybettiklerini hatırlattı.

Osmanlı Devleti’nin sonunu getiren üç büyük Harp’i  ( Trablusgarp 191-1912, Balkan Harpler 1912-1913 ve I. Dünya Harbi 1914-1918 ) de hatırlatan  Hasan Şen;  çıkış sebeplerine ve sonuçlarına da dikkat çekerek, insanlık tarihinin en kanlı muharebelerinin yaşandığı I. Dünya Harbi sonunda yıkılan üç imparatorluktan birisi de Osmanlı Devleti olmuştur diyerek, 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesini değerlendirdi.

O zamanın şartlarında Batı’nın lider devleti konumunda olan İngiltere; Osmanlı Hükümeti temsilcilerine imzalattığı Uğursuz Mondros Mütarekesiyle Osmanlı Devletini yıkarak Şark Meselesini zaferle  tamamladığını zannediyordu ifadeleriyle Türk Milletinin maruz kaldığı tehlikeye dikkat çeken ŞEN; Lakin emperyalistlerin beklemediği bir şanlı diriliş mücadelesi başladı. Diyerek konuşmasını sürdürdü.

Tarihin hiçbir döneminde esareti kabul etmemiş olan Türk Milleti, kendi bağrından çıkardığı bir vatan evladının, Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde İstiklal Mücadelesini başlatmış ve zaferle neticelendirmiştir diyerek Türk İstiklal Harbi’ne  de temas eden konuşmacı:

19 Mayıs 1919 ile 11 Ekim 1922 tarihleri arasında gerçekleşen İstiklal Harbi dönemi olayları üzerinde de kısaca durarak değerlendirmelerde bulundu. 23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı ve 10 Mayıs 1920 tarihinde ilk milli hükümetin kurulmasıyla, Anadolu’daki Kuvayı  Milliye hareketinin kökleşmeye başladığını gören İngiltere yeniden telaşa kapılarak, sıkıştırdığı İstanbul Hükümetine 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr anlaşmasını imzalattırarak bu seferde Türkiye’nin yedi parçaya bölünmesini gündeme getirmek istemiştir. Sevr kararlarıyla belirlenen Türkiye’yi parçalama haritasını dinleyicileriyleknm. paylaşan Hasan ŞEN; Onlar bunu istiyordu, lakin Türk İstiklal Harbinin muzaffer Baş komutanı Mareşal  Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK onlara bunu kabul ettirdi diyerek  Misak-ı Millimizi yansıtan haritayı gösterdi.

Türk İstiklal Harbi’nin zaferle sonuçlanması üzerine; Şark Meselesi’ni Militarist ( askeri ) yöntemlerle çözemeyeceğini kesin olarak anlayan Hıristiyan Batı, bu sefer içten çökertme projeleri geliştirerek uygulamaya koymuştur diyen ŞEN, günümüzde yaşamakta olduğumuz bölücü terör hareketleri, Ermeni meselesi, Batı Trakya ve Kıbrıs sorunlarıyla ve de Irak-Suriye olaylarıyla Türkiye’yi karıştırmaya devam etmektedir  sözleriyle sürdürdüğü  konuşmasını, Misak-ı Milli haritası üzerindeki değerlendirmeleriyle ve ATATÜRK’ün :

“ BU MEMLEKET MAZİ’DE TÜRK’TÜ, HAL’DE TÜRK’TÜR VE ATİ’DE DE TÜRK KALACAKTIR “ !

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE

Sözleriyle tamamladı.

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN