Abd-Türkiye İlişkilerinde 1 Mart Tezkeresi En Önemli Kırılmadır

Malatya Türk Ocağı olarak bu haftaki sohbet programımızı da gerçekleştirdik. Rabbimize sonsuz şükürler olsun.

PAYLAŞ
Malatya Birlik Gazetesi - MALATYA BİRLİK GAZETESİ

Malatya Türk Ocağı olarak bu haftaki sohbet programımızı da gerçekleştirdik. Rabbimize sonsuz şükürler olsun. Kalabalık bir dinleyici grubu tarafından takip edilen programımızda bu hafta İnönü Üniversitesi Rektör Yardımcısı, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Abdulkadir Baharçiçek Hocamızı dinleme fırsatı bulduk. Akıcı ve anlaşılır üslubu ile Hocamız geçmişten günümüze ABD ile olan ilişkilerimizi anlattı. Hocamızı dinledikten sonra gördük ki yıllardır ABD konusunda birileri halkımızı fena halde kandırıyor. Bu kadar ihanet ve aleyhte işletilen süreçlere rağmen ABD halen “stratejik müttefik” ve “ortak” olarak takdim ediliyor. Hocamız geçmişte bugüne bu aleyhimize işletilen süreçleri toplu bir şekilde önümüze koyunca gerçekten hepimiz “vaayy bee bu kadar da olmaz” dedik. Hocamız özetle şunları söyledi;

“19. yüzyılın başlarında dünya siyasetini yönlendirenler Avrupalı devletlerdi. Amerika bu işin dışında kalmıştı. İzlediği siyasetin özeti de “yanlızcılık” dediğimiz yani Avrupalı devletlere siz bana karışmayın ben de sizin dünyada ne yaptığınıza karışmayayım siyasetiydi. Dünya siyasetinden uzak durarak aslında gücünü de bu esnada kazanarak büyüdü. Bu sebeple Amerika ile çok eskilere uzanan siyasal, kültürel, sosyal bir geçmişimiz yok.

2. dünya savaşından sonra ne oldu da ilişkiler bu kadar hızlı ve yoğun bir şekilde gelişti? 2. dünya savaşından sonra ABD eski dış politikasını değiştirdi, bütün dünyayı kendi siyasal ve ekonomik tercihlerine göre yapılandırmaya karar verdi. Kendi menfaat ve çıkarlarına göre bir dünya düzeni kurmaya karar verdi. Bunun için dünyanın her yerinde yararlı gördüğü bütün ülkelerle işbirliği kurması gerekliydi. Türkiye ile ilişkileri öncelikle bu çerçeve içerisinde geliştirmeye karar verdi. Daha önemlisi Türkiye ABD’nin kurmak istediği yeni dünya düzeni içerisinde son derece önemli bir jeopolitik ve jeostratejik öneme sahipti. ABD İngiltere ve Fransa’nın bıraktığı boşluğa talipti. Balkanlarda Ortadoğu’da hakimiyet kurmak istiyordu, Avrupa’yı kontrol etmek istiyordu, Rusya’yı durdurmak istiyordu. Liberalizmi, serbest piyasa ekonomisini dünyaya yaymak istiyordu. Bunun için önündeki en büyük engel kominizmdi. Rusya ile olan bu mücadelede en önemli ülke olan Türkiye’nin desteği çok önemliydi. 2. dünya savaşından sonra Türkiye’nin de bu yakınlaşmaya ihtiyacı vardı. Biz 2. dünya savaşına katılmadık ama savaşın bitmesiyle birlikte daha büyük bir tehdit altında kaldık. Bu da Sovyet tehdidir ki başta toprak olmak üzere bizden pek çok talebi olmuştu. Boğazların denetimini talep etti, Ankara’da Sovyet yanlısı bir hükümetin işbaşına gelmesini istiyordu. Bu durum Türkiye’yi korkuttu. Ayrıca birileri kendisine yardım etmezse Sovyet tehdidine karşı koyamayacağını düşünüyordu. Bu anlamda ABD dışında bize yardım edecek kimse kalmamıştı. Yani ekonomik nedenler ve ideolojik nedenlerle bu ilişkiye sıcak baktık. Zaten Cumhuriyet döneminde de devletin tüm hedefi batılılaşma olduğu için bu ilişki için zemin de hazırdı. 1945’ten sonra ilişkiler çok hızlı gelişti. İkili anlaşmalar, Missouri gemisinin İstanbul’a gelmesi, Truman doktrini, ABD’nin temsil edildiği, öncülük ettiği bütün kurumlara(OECD, NATO) Türkiye’nin dahil edilmesi gibi pek çok girişim ile ABD Türkiye’yi batı güvenlik ve siyasal sistemine eklemleştirdi. Bu bizim de işimize geldi. Ekonomik desteğe ihtiyacımız vardı, malumunuz olduğu üzere Marshall yardımları geldi. Yaklaşık 450 milyon dolarlık bir söz verildi ve bunun önemli bir kısmı da Türkiye’ye aktarıldı. Bu yardımlar iyi mi oldu, kötü mü oldu, doğru yerde mi kullanıldı vs. gibi sorular bugünkü konuşmamızın kapsamında değil. Bunları sadece ilişkinin nasıl geliştiği konusunu aydınlatmak için belirttim.

Peki ABD’nin bu bölgedeki çıkarları nelerdir?

1-Bölgenin enerji kaynakları en başta geliyor tabii ki. Bölgenin zenginliklerinin kontrol edilmesi önemli bir konu ABD açısından. Bunun için Türkiye’ye ihtiyaç duyuluyordu.

2-İkinci çıkarları bölgeden Sovyetler’in uzak tutulmasıydı. Çünkü Sovyetler de dünyayı kendi çıkarları ve hedefleri doğrultusunda şekillendirmek istiyordu. Sosyalizm ve devletçi ekonomik model etrafında şekillenen bir dünya kurmak istiyordu liberal ve serbest piyasacı batı sistemine karşı.

3- Bölgedeki batı yanlısı iktidarları işbaşında kalmaları için desteklemek yine ABD’nin çıkarları açısından önemliydi. Çünkü Ortadoğu’nun siyasi kurgulanması batı tarafından yapılmıştı. Bunu yaparken de kontrol edebilecekleri siyasi ve sosyal mekanizmaları oluşturdular. Bu mekanizmalar küçük devletçikler, sorunlu sınırlar gibi düzenlemelerdi. Bu mekanizmalarla kaygan bir zeminde inşa edilen siyasal düzenin devamlılığı batının çıkarları için önem arz etmekteydi.

4- İsrail’in güvenliğini sağlamak da bir diğer çıkarıdır ABD’nin. İsrail Ortadoğu’da ABD için çok önemli bir aktördür. İsrail’in güvenliğini sağlamak batının en önemli çıkarlarındandır.

Bu tarihsel girizgahtan sonra bir ABD Türkiye ilişkiler açısından birkaç önemli olaydan bahsedeceğim. Bunlardan birincisi NATO’dur. NATO ABD’nin kurmak istediği düzenin askeri, güvenlik kanadıdır. BM siyasi kanadıdır, IMF ve Dünya bankası ekonomik kanadıdır. Biz NATO kurulduğunda ısrarla girmek istedik ama bizi almadılar. Yok dediler bu Avrupa’nın güvenliği için kurulan bir örgüt, siz Avrupalı değilsiniz, Atlantik’e sınırınız yok denilerek kabul edilmedik NATO’ya. Ama sizi Ortadoğu’da kuracağımız başka bir pakta alacağız dediler. İtalya’yı alınca dedik yahu İtalya’nın da sınırı yok Atlantik'e bizi de alın diye tekrar müracaat ettik. Bütün çabamıza rağmen almadılar yine bizi. 3 sene sonra biz NATO’ya katıldık. Niye aldılar peki bizi? Diyorlar ki eğer Rusya Ortadoğu’ya saldırırsa bizim onları durdurabilmemiz için Bakü’deki petrokimya tesislerini vurmamız gerekiyor. Orayı devre dışı bırakırsak Sovyetler’in lojistik desteğini keseriz ve ilerlemesini durdurabilirz. Orayı vurabilmemiz için Türkiye’nin muhakkak bize üs vermesi lazım. Yani biz darda olduğumuz için bizi almıyorlar, Kore’ye asker gönderdiğimiz için bizi almadılar. Menfaatleri gereği bizi aldılar. Türkiye beni alırsanız size istediğiniz kadar üs veririm dedi. NATO’ya bu şekilde alındık biz. Rusya güneye inmek isteseydi Türkiye üzerinden bir Türk şehri Bakü vurulacaktı. Ama daha önce söylediğim gibi bu bizim de işimize yaradı. Çünkü biz Sovyetler Birliği üzerinden ciddi tehdit altındaydık. Karşılıklı bir çıkar söz konusu.

Biz NATO’ya girdik askeri silahlanmamız daha gelişti, bize pek çok silah verdiler. Sadece silah olarak değil askerin kullandığı ne kadar malzeme varsa NATO sayesinde bize gerek yardım gerekse hibe adı altında verildi. Sovyetler’e karşı nükleer başlıklı Jüpiter füzeleri ülkemize yerleştirildi. Bu bir caydırıcı unsurdu ve güvenliğimizi sağlamada bize ciddi bir kabiliyet kazandırdı. 1962 yılında ABD ve Sovyetler arasında Küba füze krizi dediğimiz bir kriz çıktı. Bu kriz dünyada bir nükleer savaş ihtimalinin en kuvvetli bir şekilde yaşandığı bir krizdi. Nükleer silahların ateşlenme sistemi devreye alınmıştı ve anlaşma sağlanmasaydı korkulan durum gerçekleşecekti. 6 ay sonra öğrendik ki ülkemizde bulunan Jüpiter füzelerini bize danışmadan geri çekilmiş. Düşünün müttefiksiniz, ortaksınız ama ortağınız için hayati nemde bir silahı ona danışmadan, onayını almadan başka biriyle yapmış olduğunuz anlaşma uyarınca alıp götürüyorsunuz. Biz bunu öğrendik de ne oldu? Hiçbir şey olmadı. 6 ay sonra füzelerin bizde olmadığını öğrendik ama ilişkilerimiz hiçbir şey olmamış gibi devam etti.

1960’da Kırıs’ta bir Kıbrıs cumhuriyeti kuruldu. Bu devletin garantörlerinden biri de Türkiye idi. Oradaki Rumlar 1 sene sonra o kurulan devleti yıktılar aslında. Bu anlaşmayı bozdular ve Türk’leri yönetimden dışladılar. Türk’lerin adadan uzaklaşmasını sağlayacak şiddet uygulamaya başladılar. Kadın çoluk çocuk demeden aileleri öldürmeye başladılar. Türkiye sorunu sürekli olarak Birleşmiş Milletlere taşıdı, götürdü, getirdi ama hiç kimse oralı olmadı. Yapılan bütün zulme batı sessiz kaldı. En son olarak 1964’te Türkiye saldırılar artınca bu iş böyle yürümez dedi anlaşmadan doğan hakkını kullanmaya kalktı ve askeri müdahalede bulundu. Ama daha askerlerimiz adaya ulaşmadan biz gemilerimizi geri çevirdik. Operasyonu durdurduk, vazgeçtik. 6 ay sonra ABD Başkanı johnson’un İsmet İnönü’ye gönderdiği mektup bir dergide yayılandı. 4 sayfalık mektupta şunlar yazılmış: “Siz Kıbrıs’a böyle bir müdahalede bulunuyorsunuz. Siz bize danışmadan nasıl böyle bir müdahalede bulunursunuz? Bize danışmak zorundasınız. Bizim size verdiğimiz silahları kullanacaksınız, biz o silahları Sovyetler’e karşı kullanasınız diye verdik orda kullanasınız diye vermedik ki. O silahları öyle istediğiniz gibi istediğiniz yerde kullanamazsınız. Sovyetler siz saldırırsa bizim sizi koruma gibi bir yükümlülüğümüz de yoktur. Bu operasyonu derhal durdurun”. Ve biz ne yapıyoruz derhal durduruyoruz. Hani NATO üyesiydik, hani ortaktık… Sorun çözüldü mü? Hayır. Birleşmiş milletlerde, güvenlik konseyinde çözeceğiz diyorlar ama sonuç yok. 68’de bir daha müdahale etmeye kalkıyoruz gücümüz yetmiyor. 74’de bu defa Rumlar Rum’lara karşı bir müdahale yapıyor. Zaten Türk’leri yönetimden dışlamışlar bu defa kendi içlerinde kavgaya tutuşmuşlar Rum’ları başka Rum’lar devirdi. EOKA DEVİRDİ Rum’ları. Çünkü EOKA’nın amacı adayı Yunanistan’a bağlamaktı. Türk’lere yönelik şiddet artınca Türkiye yine anlaşmalardan doğan müdahale hakkını kullanmaya karar verdi. Yine Türkiye’yi durdurmak istediler ama durduramadılar bu sefer. ABD temsilcisi gelip Türkiye’yi ikna etmeye çalıştı ama gece yarısı geri gitmek zorunda kaldı. Bu sefer bize silah ambargosu uyguladılar. Ambargo 5 yıl sonra kaldırıldı. İnsafa geldiler de kaldırdılar, bizim Rus’lara karşı zayıfladığımızı gördüler de ambargoyu kaldırdılar gibi düşünebilirsiniz. Değil. Ambargoyu şunun için kaldırdılar; 1979 yılında Sovyetler Afganistan’ı işgal etti. Sovyetlerin Basra körfezine inme ihtimali ortaya çıktı. Bu ABD’yi telaşlandırdı. Daha kötü bir şey oldu. İran’da ABD yanlısı Şah devrildi ve ABD’yi şeytan olarak adlandıran bir yapı İran yönetiminin başına geçti. İran’ın bu yeni yönetimi rejimini bölge ülkelerine yaymayı düşünen bir politika izlemeye başladı. Derhal kaldırdı ABD bize uyguladığı ambargoyu. Çünkü Türkiye’deki askeri yapıyı güçlendirmesi gerekiyordu. Yine kendi çıkarları için yaptılar.  Bizi düşündükleri için değil. Hatta bununla yetinmedi bu sivillere güvenilmez. Ne olur ne olmaz ters bir duruma düşmeyelim diye kendisi ile iyi geçinecek bir ekibe 12 Eylül darbesini yaptırarak ülke yönetimini tam ele geçirdiler.

Şimdiye kadar anlattıklarımda ilişki biçimi hep aynı; ABD çıkarı neyi gerektiriyorsa öyle davranıyor. Yani müttefiğiz, işbirliği içindeyiz bir de Türkiye’nin çıkarları var düşünen yok. Ortaklıkta her iki tarafın çıkarları doğrultusunda hareket edilir. Ortaklardan biri 5 biri 10 kazanıyor olabilir. Bu anlaşılabilir. Ama sürekli bir tarafın çıkarına uygun yürüyorsa bu ortaklık burada bir sorun var demektir. Bizim ilişkimize baktığımızda hep bu şekilde sorunlu yürümüş. Hep ABD’nin çıkarı neyi gerektiriyorsa o yapılmış. Ama ortağız.  Ancak biz bu aleyhimize işleyen mekanizmaya hiç itiraz etmemişiz, sineye çekmişiz, problem yapmamışız. Türkiye’deki tüm askeri darbelerin içerisinde ABD ya dolaylı ya direkt olarak vardır ama her halukarda vardır. Belgelerle, anılarla, itiraflarla bu çok net. Yani darbe destekçiliği, vize krizi, muavemet gemimizin vurulması, askerimizin başına çuval geçirilmesi bir müttefiğin bir müttefiğe yapacağı işler midir yani?

Önemli birkaç tarih daha var onlara da değinelim. Bunlardan birincisi 1 Mart tezkeresidir. Türkiye-ABD ilişkilerine baktığımızda tersi tek örnek budur. 1 Mart 2003’deki tezkere Türkiye’nin ABD’ye karşı hiç beklenmedik bir politikasıdır. ABD Türkiye’den bir şey isteyecek olursa zaten benim orda adamlarım var, beni destekleyen kurumlarım var, onların üzerinden medya kurumları üzerinden, sivil toplum örgütleri üzerinden, TSK üzerinden isteklerimi iletirim hükümetler de zaten bunu kabul ederler, istediğimiz kararları meclisten çıkarırız şeklinde bir politika sahibi idi. Ama 2003 ‘de işler eskisi gibi olmadı. 60000 asker günlerce gemilerde bekledi ve dedik ki biz izin vermiyoruz. Bugün gelinen noktayı anlayabilmek için bu tezkere olayını iyi anlamak gerekiyor. Bu olayla ve “one minute” olayı ile ABD anladı ki artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Çatışmanın, kavganın bir diğer nedeni de budur. Türkiye’de kendi milli çıkarlarını merkeze alarak hareket eden bir hükümet var artık. Benim çıkarım neyi gerektiriyorsa o kararı alırım, menfaatim gerektirirse ABD ile işbirliği de yaparım, ilişkimiz karşılıklı çıkara dayanır diyen bir hükümet var artık. ABD’nin alışkın olmadığı durum buydu. Benim çıkarım esastır diyordu hep. Bu bambaşka bir durumdu artık. Bu tezkere ABD’ye Türkiye artık eski Türkiye değil dedirtti. Bu durumda ABD’nin önünde iki seçenek vardı; ya bu yeni durumu kabul edecekti ya da Türkiye’yi eskisi gibi hareket edecek konuma getirecekti. Bence ABD ikinic seçeneği seçti ve 10 yıldır Türkiye’yi eski Türkiye yapmaya çalışıyor. Türkiye’yi terbiye etmeye çalışıyor, hizaya getirmeye çalışıyor.

1990’nı veri olarak alacak olursak soğuk savaş sonrasında yeni bir dünya düzeni ortaya çıkmaya başladı. ABD bu yeni dünya düzeninin  kendi hegamonyası üzerine oturmasını istiyordu. Bu dünya düzenine en büyük tehdidin, konuşmamın başlangıcında saydığım batının çıkarlarına en büyük tehdidin İslam coğrafyasından geleceği üzerine kurdu politikalarını. Kominizm ve Sovyetler çöktü. Esasında bugün Rusya da batı kavramı içinde değerlendirilen bir ülke. Sadece ABD ile rakabet içinde, yoksa o da birinci dünyaya katıldı. Bu yeni tehdit algılamasına NATO’da katıldı. NATO tatbikatlarında düşman kuvvet rengi olarak kırmızıyı seçerken 1990’dan sonra düşman rengi olarak yeşili kullanmaya başladı. Potansiyel tehdit alanı olarak Kuzey Afrika, Ortadoğu, İslam dünyası ve Doğu Avrupa’daki belirsizlikler görülmeye başlandı. 100 yıl önce İngiliz’lerin ve Fransız’ların kurmuş oldukları düzenin yıkıldığını gördü ABD. Filistin’de, Cezayir’de, Türkiye’de görüldü ki millete söz hakkı verildiği zaman millet batı yanlısı iktidarları değil kendi çıkarlarını gözeten iktidarları iş başına getiriyor. O zaman dediler ki ne yapıp edip bu 3. demokrasi dalgasının islam dünyasına egemen olmasının önüne geçmek lazım. Bu açıdan da Türkiye kötü bir örnek olarak ortada durmaktaydı. Halkın çıkarları doğrultusunda karar alan iktidarlar var bizi dinlemiyorlar. Bu örnek yayılmamalı. Biz Türkiye’yi terbiye edersek, kontrol altına alabilirsek islam coğrafyasını daha rahat kontrol ederiz diye düşünüyorlardı. Bunun için devrim İran devrimi sonrasında Sünni dünyaya daha ılımlı bakan batı bu sefer Şii ‘leri yanlarına alıp bunlar azınlıkta diye bir sünni şii çatışmasının fitilini ateşlemeyi amaçladılar. Ayrıca yine batıya biat eden, batı ile işbirliği yapan laik-marksist ne kadar yapı varsa başta PKK olmak üzere onlarla işbirliği yapalım dediler. Çünkü bunlar biz ne dersek itiraz etmez yaparlar diye düşünüyorlardı. Böylece Türkiye ile Arap ülkeleri ve Arap ülkelerinin kendi aralarına bir terör koridoru yerleştirelim dediler. İşim temeli Türkiye’yi kontrol etmekte zaafa düşersek Ortadoğu’yu kontrol edemeyiz düşüncesinde yatıyor. Bunun için 100 sene önce oynadığımız oyunu bir daha oynayalım, Suriye’yi bölelim, Irak’ı bölelim, Türkiye’yi bölmekle tehdit edelim, bölebildiğimiz kadar bölelim diye düşünüyorlardı.

İşte Türkiye’nin bu operasyonu Kürt’lere falan karşı değil doğrudan Batının kurmak isediği hegamonyaya karşı yapılan bir operasyondur. Burada kim kazanıyor? ABD, Rusya, İsrail kazanıyor. Kim kaybediyor? Türk’ler, Kürt’ler, Arap’lar, Fars’lar kaybediyor, onlar ölüyorlar. Türkiye işte bu düzene karşı çıkıyor. PKK’ya karşı falan direk Amerika’ya karşı savaşıyoruz şu anda. Rusya’nın da bize bir destek verdiği falan yok. Bu krizi nasıl fırsata çeviririm, daha fazla ne kazanabilirim hesabında. Kendimize güvenerek başarılı olabiliriz Rusya’ya ya da ona buna güvenerek değil. Bu geçmişte de böyleydi, şimdi de böyle, gelecekte de böyle olacaktır. Esas olan güçlü bir Türkiye’yi inşa edebilmektir”.

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN