Türk İstiklal Harbi ve Milli Mücadelesi 100. Yılında (Nasıl Kazandık?)

Malatya Türk Ocağı olarak bu haftaki sohbet programımızı da gerçekleştirdik. Rabbimize sonsuz şükürler olsun.

PAYLAŞ
Malatya Birlik Gazetesi - MALATYA BİRLİK GAZETESİ

Malatya Türk Ocağı olarak bu haftaki sohbet programımızı da gerçekleştirdik. Rabbimize sonsuz şükürler olsun.

Yoğun bir dinleyici topluluğu tarafından takip edilen programımız öncesi adet olduğu üzere misafirlerimize kurufasulye ikramımız oldu.

Siyasi tartışmaların şekillendirdiği gündemin arka sıralarında kendine yer bulabilmiş olsa da bu sene Türk Milli Mücadelesinin başlangıcının 100. yılı. Yokluklar ve imkansızlıklar içerisinde adeta yedi düvele karşı verilmen bir mücadele sonucu Kurtuluş Savaşı kazanılmış ve Türk Milleti sökülüp atılmak istendiği bu coğrafyada sonsuza dek varolma iradesini güçlü bir şekilde ortaya koymuştur. Günümüzde halen “milli beka” üzerinden yürüyen tartışmalar da bu tehlikenin halen var olduğunun ve bizi bu topraklardan söküp atma heveslilerinin aktif olduklarının göstergesidir.

Bu gerçekler ışığında Tarihçi Hocamız Hasan Şen bu hafta “Milli Mücadeleyi Nasıl Kazandık?” başlıklı sunumunu yapmak üzere konuşmacı konuğumuz oldu. Hasan Şen şunları söyledi:

“TÜRK İSTİKLAL HARBİ VE MİLLİ MÜCADELESİ 100. YILINDA (NASIL KAZANDIK?)

Türk Ocağı’nın değerli mensupları, kıymetli misafirler.

Sözlerime iki Kavramın ne anlama geldiğini açıklayarak başlıyorum. Bunlardan birincisi Milli Mücadele, ikincisi de İstiklal Harbi’dir.

Milli Mücadele kavramı; Türk Milletinin uğursuz Mondros Mütarekesi ( 30 Ekim 1918 ) sonrasında başlattığı ve muasır medeniyet seviyesine ulaşmayı hedef edinmiş olduğu kutlu davaya verilen addır.

Bu kutlu mücadele  günümüzde de devam etmekte olup, hedefe ulaşılıncaya kadar devam edecektir.

İstiklal Harbi ise Mondros Mütarekesine karşı, Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde başlayan Türk Milletinin var kalma mücadelesinin adıdır. Bu anlamda İstiklal Harbi, genel kanaat olarak  19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın Samsuna çıkışıyla başlayıp, 24 Temmuz 1923 Lozan Barış Antlaşması’yla tamamlanan süreci kapsamaktadır. İstiklal Harbi yerine Kurtuluş Savaşı demek doğru değildir.

İstiklal Harbinin zeminini ve kaynağını iyi anlayabilmek için 30 Ekim 1918 1le 19 Mayıs 1919 tarihleri arasındaki gelişmeleri iyi değerlendirmek ve kavramak gerekmektedir.

Bilindiği üzere 29 Ekim 1914 tarihi itibariyle I. Dünya Harbine giren Osmanlı Devletimiz, dört bölgede, yedi cephede savaştığı bu tarihin en kanlı harbinden 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesiyle ve yenik olarak çıkmıştı.

Toplam yirmi beş maddeden oluşan Mondros Mütarekesi’nin hiçbir maddesinde, Osmanlı Devleti’nin ve Türk Milleti’nin menfaatine yönelik  bir cümle dahi yoktu. Gene bu maddelerde Osmanlı Devleti topraklarının işgal edilmesine yönelik hükümler de yoktu. Sadece herhangi bir karışıklık veya İtilaf Devletlerinin menfaatlerine yönelik gelişmelerin yaşanacağı yerlerin işgal edilebileceğinden bahsediliyordu.

Hal böyle iken; deyim yerinde ise daha mütarekeyi imzalayan kalemlerin mürekkebi dahi kurumadan, İngiltere, Fransa ve İtalya, I. Dünya harbi sırasında imzaladıkları gizli anlaşmalarla paylaştıkları Osmanlı Devleti topraklarını işgale başladılar. Bu cümleden olarak, İngilizler 08 Kasım 1918 tarihinde eş zamanlı olarak İskenderun ve Basra körfezlerinden çıkarma yaparak Musul ve Antakya vilayetlerini işgale başladılar. ( Daha sonra Antakya bölgesini Fransızlara devredeceklerdir)  Fransızlar Adana, Maraş ve Urfa illerini, İtalyanlar da Antalya-Muğla illeriyle mücavir alanlarını işgal edeceklerdir.

Gene İngilizler; batı Anadolu’yu Yunanlılara, Doğu Anadolu’yu da Ermenilere peşkeş çekeceklerdir.

İşte bu işgaller karşısında Osmanlı unsurları farklı tepkiler göstereceklerdir. Bu tepkilerden biri, mütarekeyi destekleyenler ve uygulanmasını isteyenlerin davranışları idi ki biz bunlara Türklüğe zararlı faaliyetler adını veriyoruz. Diğeri de Mütarekeye ve haksız işgallere karşı işgalleri engelleme tepkileri idi.

 Mütarekeyi destekleyen eylemleri iki gurupta değerlendiriyoruz.

1.Azınlıkların Rum-Ermeni ve Yahudilerin kurduğu cemiyetler ve faaliyetleri,

2.Kurucuları Osmanlı Vatandaşı Türk olan  (  İngiliz Muhipleri  - Teali-i İslam ve Kürt Teavün ve Teali cemiyetleri  ) zararlı cemiyetler idi.

Bunların karşısında, mütarekenin uygulanmasına karşı mücadele başlatan Kuvayı Milliye Birlikleri ve Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri bölgesel tedbirler almaya yönelmişlerdi.

Bunun yanı sıra, mütareke hükümlerinin uygulanmasından sorumlu tutulan Ordu ve Kolordu Komutanlarımız da değişik yollarla mütareke hükümlerine karşı tedbirler almaya yönelmişlerdir.

Kars’ta Yakup Şevki Paşa, Erzurum da Kâzım Karabekir Paşa, Konya da Ali Fuat Paşa, Edirne de Cafer Tayyar Paşa, İzmir de Nurettin paşa Halkı teşkilatlandırmaya yönelik çalışmalar başlatmışlardır. Paşalarımızın bu tavırlarını kendi emellerini engellemeye yönelik olarak değerlendiren İtilaf devletleri, Osmanlı Hükümeti’ne baskı yaparak, adı geçen paşaları görevlerinden aldırtmış İstanbul’a getirterek adeta eli-kolu bağlı konuma sokmuşlardı.

Bu Komutanlarımızdan birisi de 01 Kasım 1918 tarihinde, Anada’daki Yıldırım Orduları Gurup Komutanlığı görevini Alman Generali Liman Won Sanders’ten devralan Mustafa Kemal Paşa idi.

Mustafa Kemal Paşa da 2 ve 5 Kasım 1918de Sadrazamlık makamına yazdığı telgraflarla dikkat çekmiş ve O da 08 Kasım 1918 de görevinden alınarak İstanbul’a çağrılmıştır. Bu çağrı üzerine Kurmay heyetiyle birlikte 13 Kasım 1918 tarihinde İstanbul’a gelmiştir.

Malumunuz olduğu üzere o gün Mustafa Kemal Paşa;  Kurmay heyetiyle Avrupa yakasına geçerlerken kendilerinden birkaç saat önce, 1915 te bütün güçlerini kullandıkları halde, Çanakkale Boğazını geçemeyen müttefik donanmasına mensup bazı savaş gemileri, aralarında Yunan zırhlısı Averof’un da bulunduğu halde İstanbul’a gelmiş ve Padişahın sarayını denizden kuşatarak ablukaya almışlardı. İşte bu hazin manzara karşısında hüzünlenen Yaveri Yüzbaşı Cevat Abbas beye “ üzülme Cevat geldikleri gibi giderler “ diyerek bu durumun kabul edilemezliğine dikkat çekiyordu.

İlerideki süreçte Türk Milli Mücadelesi’nin Lideri; Türk İstiklal Harbi’nin de Baş Komutanı olacağı gerçeğinden hareketle, biz Komutanlarımızın mütarekeye karşı tepkilerini ve Türk İstiklal Harbi gelişmelerini, Mustafa Kemal Paşa’nın şahsında, onun yaşadığı olaylarla değerlendiriyoruz.

Mustafa Kemal Paşa’nın 13 Kasım 1918 de geldiği ve 16 Mayıs 1919’a kadar (  tam 6 ay 5 gün ) olan  süreye, Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul Günleri diyoruz.

Bu süre içinde; ikisi sarayda randevulu, birisi de tesadüfi Camide Cuma selamlığı sırasında olmak üzere üç defa da Padişahla görüşen Mustafa Kemal Paşa, önce siyaset yoluyla ( kendisinin de görev alacağı yeni bir hükümetin kurulmasına zemin hazırlamak ) yoluyla Mütarekeyi engellemeyi düşünmüş fakat bunda başarılı olamayınca alternatif çareler aramaya yönelmiştir. Bu anlamda; kalmakta olduğu Perapalas otelinden çıkarak Şişli Semtinde kiraladığı bir eve taşınmış ve orayı adeta bir gizli karargah olarak kullanmıştır.

Kendisi gibi birer bahane ile İstanbul’a getirilmiş olan diğer vatansever komutanları da davetle, o evde alternatif çareler aramaya yönelmiştir.

Kâzım Karabekir Paşa’nın belirttiğine göre; Anadolu’ya geçme ve doğrudan doğruya Türk Milletinin gücüne dayanan bir milli mücadelenin 15. Kolordu’nun bulunduğu Erzurum’dan başlatılması kararı, Kâzım Karabekir Paşanın teklifi üzerine alınır.

Harbiye Nezareti’yle çok gizli irtibata geçilerek, komutanlar birer birer eski görevlerine ya da yakın görevlere atanarak İstanbul’dan ayrılırlar.

Alınan karara göre,  Anadolu’nun bir yerinde buluşulacak ve doğrudan milletin gücüne dayanan milli hareket başlatılacaktı.

Lakin Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya götürecek bir görev yoktu. O’nun son görev  yaptığı komutanlık lağvedilmişti. Bu arada Doğu Karadeniz Bölgesinden Pontuscu Rumlardan kaynaklanan bir şikâyet üzerine incelemelerde bulunmak üzere bölgeye bir müfettiş gönderilmesi kararlaştırılır.

Bu görev için Padişah tarafından bizzat Mustafa Kemal Paşa tayin edilir. Burada dikkat çeken husus yürüteceği IX. Ordu Müfettişliği Görev-Yetki ve Sorumluluk Yönergesi’nin bizzat kendisi tarafından hazırlanması idi.

Mustafa Kemal Paşa hazırlıklarını tamamlayıp gerekli veda ziyaretlerinde bulunduktan sonra 16 Mayıs 1919 da 18 kişilik Kurmay heyetiyle birlikte emrine tahsis edilen Bandırma Vapuru’yla İstanbul’dan ayrılır.

İstanbul’dan ayrılmadan birkaç saat önce; Padişahla son görüşmesini yaparak, veda ziyaretinde bulunan Mustafa Kemal Paşa, bizzat Padişah’tan Görev Beratını alır.

Yıllarca kendisinin özel korumasında muhafaza ettiği bu belge şimdi Çankaya Arşivinde bulunmaktadır.

Muhterem arkadaşlar:

Başlangıçta da ifade ettiğim gibi ve malumunuz olduğu üzere Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919’da Samsun’a gelerek, mübarek Anadolu toprağına ayak basmıştır. O kutlu tarih Türk İstiklal Harbi’nin başlangıcı olarak kabul edilmiştir.

Zaman itibariyle; her birisi ayrı ayrı birer konferans hatta Sempozyum konusu olabilecek bu süreçte meydana gelen olayları üç dönem halinde ana başlıklarıyla değerlendireceğiz.

Slaytlarda da göreceğiniz bu ana başlıklar altında gelişen olayları; zamanınızı fazla alıp, sabrınızı taşırmamak için anekdotlar halinde değerlendirerek, konumuzun başlığında da yer aldığı üzere NASIL KAZANDIK sorusunun cevabını izaha çalışacağım.

Görüldüğü üzere;

I.Hazırlık ( Kongreler ) Dönemi 19 Mayıs – 11 Eylül 1919

II.Teşkilatlanma Dönemi 11 Eylül 1919 – 08 Haziran 1920

III.Silahlı Mücadele Dönemi 08 Haziran 1920 – 11 Ekim 1922

Olarak ifade edilen Türk İstiklal Harbi’nin ilk adım belgesi Amasya Genelgesi’dir ( 22 Haziran 1919.)

Samsun’a gelen Mustafa Kemal Paşa; hemen yaptığı incelemelerle tespit ettiği durumu, 22 Mayıs 1919 tarihinde geniş kapsamlı bir raporla Hükümete bildirir. Bu rapora göre Doğu Karadeniz’de bir katliamın söz konusu olduğu ancak katliamı yapanların Pontuscu Rum çeteleri, katledilenlerin de Müslüman Türkler olduğunu bildirir.

Mustafa Kemal Paşa şartlar itibariyle Samsunda fazla kalmadan Havza ya oradan da Amasya ya gelir. Bu arada Havza’dan bir genelge yayınlayarak, ülke genelinde mitingler düzenlenip,  İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinin protesto edilmesini isteyecektir. Kendisi de bizzat katılıp konuşma da yaptığı Havza Mitingini düzenletir.

Amasya da Ali Fuat Paşa ve Sabık Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Bey tarafında bir sürpriz şeklinde karşılanan Mustafa Kemal Paşa, onlarla yaptığı istişare sonunda, Erzurum’da bulunan Kâzım Karabekir Paşanın da düşüncelerini telgrafla alarak Amasya Genelgesini yayımlar.

Amasya Genelgesi taslağında dört kişinin imzası vardır. Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa, Rauf Bey ve Binbaşı Refet bey. Metni yaver Yüzbaşı Cevat Bey kaleme almıştır. Genelge, görevi ve yetkisi itibariyle Mustafa Kemal Paşa imzasıyla yayımlanmıştır.

Bilindiği üzere üç ana maddeden oluşan Amasya Genelgesi’nde;

1.Vatanın bütünlüğü ve Milletin İstiklali tehlikededir. Bu tehlikeyi önlemesi gereken hükümet bulunduğu durum itibariyle görevini yapamamaktadır. Bu sebeple söz konusu tehlikeyi doğrudan doğruya milletin azim ve kararlılığı önleyecektir.

2.Milletin kararının belirlenebilmesi için memleketin güvenilir yerlerinden olan Sivas’da bir mlli Kongre düzenlenecektir.

3.Memleketin her yöresinden, Liva ve Sancaklardan seçilecek olan güvenilir kişiler, Delege sıfatıyla bu kongreye katılacaklardır.

Seçilecek Delegelerin nitelikleri ve nasıl hareket edileceğine dair bazı bilgilerin de yer aldığı genelgenin sonuna,

Bu Genelge hükümleri bir milli sır olarak saklanacaktır notu da yazılacaktır.

Genelge gece yayımlanacaktır. Ertesi gün arkadaşları ile Mustafa Kemal paşa arasında şu konuşma geçecektir:

Paşam biz milleti yeniden bir harbe davet ettik,

Cevap: Evet öyle yaptık,

Paşam harp askerle yapılır, asker terhis edildi,

Cevap: Toplarız.

Paşam silah yok,

Cevap: Alırız.

Paşam para yok,

Cevap: Buluruz.

Bu sorulara karşı verdiği cevaplar Mustafa Kemal Paşa’nın kararlılığını ve milletini ne

kadar iyi tanıdığını ispatlamaktadır.

Nitekim asker toplanmış, para bulunmuş, silah alınmış ve imanla inanarak verilen mücadele kazanılmıştır.

Asker nasıl toplandı:

Kıymetli Dostlar

Malumunuz olduğu üzere Mustafa Kemal Paşa Kurmay Heyeti ve yanında Hüseyin Rauf Bey’le 03 Temmuz 1919 da Erzurum’a geldi. O günkü karşılamayı anlatan merhum Cevat Dursunoğlu Bey, Milli Mücadelede Erzurum adlı kitabında o günkü gelişmeyi şöyle anlatır:

Kaplıca bahçesinde dinlenme ve çay ikramı sırasında, hemen yakın bir tepecikte kağnı arabasını yüklemekte olan bir ihtiyar Mustafa Kemal Paşa’nın dikkatini çekti ve çağrılmasını söyledi. İhtiyarla aralarında şu konuşma geçer:

 

Paşa: Hayırdır ağa nereden gelir nereye gidersin?

İhtiyar: Paşam ben Erzurum’un Ezirmik köyünden Mevlüt. Çukurova’dan gelip köyüme gitmekteyim. Biz doksan üç muhaciri olarak Çukurova’ya gitmiştik.

Paşa: Çukurova’da geçinemedin mi de köyüne dönersin ?

Mevlüt Ağa: Yo Paşam durumumuz çok iyi idi, Allah zeval vermesin Devlet toprak da vermişti, geçimimiz padişah da yoktu.

Paşa: Peki ne diye o rahatı bıraktın da ateş çemberinde olan köyüne dönersin?

Mevlüt Ağa: Paşam işittim ki İSTANBUL’DAKİ BAZI IRZI KIRIKLAR BİZİM ERZRUM’U ERMENİYE VERECEKLERMİŞ. Geldim ki soram; OLA KİMİN MALINI KİME VERİRSİZ? !

Diyerek o yaşta bile asker olduğunu vurgulamış, askerin nasıl toplanacağına en güzel örneği teşkil etmiştir.

Dostlar;

Bu anekdotu bizlerle paylaşan merhum Cevat Beyin bizzat yaşadığı bir başka olay da İstanbul’da olmuştur. Yedek Subay askerliğini Çanakkale cephesinde yapmakta iken mütarekeyle harp bitince terhis olur ve İstanbul’a gelerek Maarif Nezaretinden Erzurum Lisesine öğretmen olarak tayinini ister. Vekâlet’teki muhatabı kendisine, Erzurum’un milli sınırlarımız içerisinde kalmama durumu var İstanbul’da bir görev verelim demesi üzerine, istemem kalsın diyerek Erzurum’a gelir ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin kurucuları arasında yer alır.

Para nasıl bulundu:

Gene malumunuz olduğu üzere Erzurum Kongresi 07 Ağustus 1919 da Dokuz kişilik Temsil Heyetini seçmiş, 10 maddelik Kararname ve 11 maddelik Beyanname yayınlayarak çalışmalarını tamamlamıştı.

Temsil Heyeti’nin vakit geçirmeden Sivas’a gitmesi gerekiyordu. Lakin para yoktu, bu yokluk 22 gün Heyetin Erzurum’da beklemesine sebep olur. Nihayet vatansever bir Erzurumlu Emekli Albay Selahattin (Kazanasmaz) Bey bu durumu duyunca birikmişi olan 900 lirayı verir. Buna karşılık Mustafa Kemal Paşa beyefendiye bir makbuz veriniz deyince Selahattin Bey makbuza gerek yok paşam gidiniz başarıya ulaşırsanız paramı bir şekilde verirsiniz, Allah korusun aksi olursa ananızın ak sütü gibi helal olsun der.  Bu parayla Temsil Heyeti Sivas’a gider ve İstiklal mücadelesi aksamadan devam eder.

Kıymetli dinleyenlerim:

Gördüğümüz bu iki olay sadece örnekti. O günkü şartlarda yurdumuzun her yerinde binlerce, on binlerce Mevlüt ağalar, Cevat beyler ve Selahattin beyler vardı. İşte istiklal Harbimiz o kahramanların azim ve fedakârlıklarıyla kazanıldı.

Sivas Kongresi’nden sonraki gelişmeleri de slayt üzerindeki haritalardan değerlendiren konuşmacı; Son Osmanlı Mebuslar Meclisi’nin toplanması, Misak-ı Milli kararları, İstanbul’un resmen işgali, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı ve nitelikleri ile aldığı ilk kararlardan da bahisle, ilk Milli Hükümetin kuruluşunu anlattı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 08 Haziran 1920 tarihinde aldığı bir kararla, Güney, Doğu ve Batı cephelerinin oluşturulup, doğrudan T.B.M.M.’nin denetiminde kazanılan savaşlardan ve bu savaşlarda elde edilen zaferlerden sonra imzalanan antlaşma ve sözleşmeleri de kısaca değerlendiren Hasan ŞEN, İstiklal Harbine karşı çıkarılan isyanlara ve ayaklanma teşebbüslerine de temas ederek, bu isyanların hangi maksatlarla çıkarıldığını ve nasıl bastırıldığını kısaca değerlendirdi.

11 Ekim 1922 tarihli Mudanya Mütarekesiyle Türk İstiklal Harbi’nin Silahlı Mücadele Dönemi’nin zaferle tamamlandığına vurgu yapan konuşmacı; Saltanatın kaldırılışı sebepleri ve sonrasındaki gelişmeleri de kısaca değerlendirdi.

I.ve II. Lozan Barış Konferansları sırasındaki gelişmelere de temas eden Hasan ŞEN, Lozan Barış Antlaşmasının Büyük bir zafer olduğunu belirtti.

Lozan’da çözülemeyen bazı meselelerin Cumhuriyetin ilanından sonra nasıl ele alındığını, Osmanlı borçlarının nasıl ödendiğini, Yunanistan’la Nüfus değişimi konusunu kısaca anlattı.

Misak-ı Milli’ye dâhil olan Musul ve Antakya Vilayetleriyle ilgili gelişmeleri de değerlendiren konuşmacı; İngiliz destekli 1925 isyanı yüzünden Musul’un nasıl elimizden kaydığına dikkat çekti.

Atatürk’ün Misak-ı Milli konusundaki kararlılığını da Amerikalı General Mc Arthur’a söylediği; “ Allah nasip eder de ömrüm vefa verirse en büyük emelim, doğduğum şehir Selanik de dâhil Batı Trakya’yı, Antakya ve Musul vilayetlerini milli sınırlarımız içine katmaktır”. 

Hasan ŞEN, İstiklal Harbi şehitlerini ve gazilerini rahmet ve minnetle anıyoruz diyerek konuşmasını tamamladı.

Program sonunda Başkan Yardımcımız Dr. Öğr.Üyesi Cemal Koyunoğlu tarafından Hasan Şen’e günün anlam ve önemine binaen bir plaket takdim edildi.

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN